Bülent BAŞARAN
TÜRKİYE LAİKTİR (Mİ?), LAİK KALACAK! (MI?)
TÜRKİYE LAİKTİR (Mİ?), LAİK KALACAK! (MI?)
Laiklik, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin anayasasında ve kurucu parti olan CHP'nin parti ambleminde yer alan soyut ve bir temenniden ibaret olan bir kavramdır. Türkiye tarihinin hiç bir döneminde laik olmamıştır ve bugün de laik bir ülke değildir. Kaldı ki, laisizmin en ideal şekilde uygulandığının iddia edildiği ülkelerde bile (çıkış yeri Fransa'dır) niteliği sorgulanmaya açıktır. Laikliği salt "anayasada devlet dini tanımlanmamıştır, devletimiz kendisine bir din seçmemiştir" noktasından ele alır ve varlığını ispatlamaya çalışırsak yanılırız.
İlk olarak bir "ulus devletin yada üniter devletin" laik olması yada kalması mümkün değildir. Mantık ve pratik buna izin vermez. Türkiye'de de vermemiştir. Çünkü bir ulus devletin ortaya konulup, yaratılabilmesi için önce bir ulus inşa etmeniz gerekir. Bir ulusu ise ancak şu şartlarda inşa edebilirsiniz; önce bir etnik birlik, sonra bir dil/kültür birliği, sonra bir inanç birliği ve nihayetinde bunları yaratacak bir "ülkü/irade birliği" olmalıdır.
Dağılan Osmanlı'yı ele aldığımızda bunların neredeyse hiç biri yoktur. Bir etnik birlik yoktur; Ermeniler, Rumlar, Kürtler, Araplar, Çerkezler vs bir çok etnisite vardır. Dil birliği meselesine gelince, bu hiç yoktur. Arapça, Türkçe, Farsça, Kürtçe ve Rumca neredeyse eşit ölçüde yaygındır. Din birliğine gelince, birazda homojen bir durum dikkat çekse de yine de farklı inanışlara sahip, Aleviler, Sünniler, Hristiyanlar, Ezidiler ve yer yer lokal pagan topluluklar bile vardır.
Dolayısıyla Anadolu'da tümleşik bir "ulus devlet" kurmak neredeyse imkansız görülmektedir. Çünkü hiç bir açıdan homojen bir topluluk değildir. Ulus devleti kurmak için ilk önce bir ulus yaratılması gerekmiştir. Ulusun yaratılabilmesi için gerekli şartları yukarda saydım. Bu nedenle tüm insanların, "tek etnisite, tek din, tek dil" altında tanımlanması ve isminin konulması gerekir. Tek etnisite olarak; Türklük, tek dil olarak; Türkçe, tek din olarak ise; Sünni (Hanefi) İslam tercih edildi ve bunların etrafında bir ulus yaratılmaya çalışıldı. Herkes kendini Türk olarak tanımlar, Türkçe konuşur ve Sünni İslam inancını benimserse sorun çözülecekti. Cumhuriyet tarihi boyunca tüm hukuki düzenlemeler ve eğitim sistemleri bu ülküyü gerçekleştirmek üzere planlandı ve uygulandı.
Bu kaçınılmaz olarak farklı etnik kültürlerin, farklı dillerin ve inanç modellerinin ya şiddet ile yok edilmesini yada tatlı dille asimile edilmesini gerektiriyordu. Dönem dönem her iki yöntemden de farklı biçimlerde ve dozlarda yararlanıldı. Bu özellikle 90'lı yılların sonlarına kadar büyük bir askeri ve sivil araçlar kullanılarak sürdürüldü. 10 yılda bir yapılan darbeler de bu süreci hızlandırdı ve tabir yerindeyse toplumu hizaya getirdi. Aslında halen bu sürdürülüyor. "Tek millet, tek bayrak, tek vatan" söylemi, bu ülkünün bozulmuş bir tezahüründen ibarettir.
90'lı yılların sonuna doğru, hızlı bir kentleşme ve göç, feodal bağların çözülerek yerine kapitalist çıkar ilişkilerinin kurulması, sürekli iktidar olan sağ partilerin ajite edici pervasız baskıları, gelişen medya ve iletişim; köksüz, ahlaksız, kültürsüz ve dejenere bir toplum dokusu yarattı. Kadim kültürler, diller, gelenekler, inançlar ve hatta sanat bu lağım çukurunda kaybolmaya yüz tuttu ve neredeyse kayboldu... Aslında 100 yıldır yaratılmaya çalışan bu üst kültür olgusunu, kapitalizm bir iki on yıl içinde rezil şehirlerin iğrenç arka sokaklarında yaratmayı başardı. Fakat bu tam bir kültürsüzlük olarak tezahür etti. İşte bugün varolan ulus kültürü ne yazık ki bu kültürsüzlüktür.
Bu kültür saldırgandı. Çünkü teorik, bilimsel ve sanatsal bir altyapısı yoktu. Rastlantısaldı. Planlı değildi. Bu keşmekeş durum haliyle, etnik ve dini fanatizmi de hortlattı. Saldırgan ve birbirini yok etmek isteyen, düşman kamplar ve çatışma alanları oluşturdu. Kürt mahalleleri, Alevi gecekonduları, cemaat semtleri oluştu. Kentleşmenin başladığı 80'li yıllarla beraber bu gruplar birbirini yok etmeye, katliamlar düzenlemeye yöneldiler. Ve devlet de bunu bir fırsata çevirdi. Bu şiddeti ve nefreti Türk-İslamcı grupları koruyup, kollayıp, cesaretlendirip silahlandırarak diğerlerinin üzerinde resmi olmayan bir baskı aracına dönüştürdü.
Bir yandan resmi baskılar ve zorla uygulanan Türk-Sünni eğitim modeli, diğer yandan fiziki ve psikolojik baskılar ile katliamlar, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan kültürleri bir uyanışa ve örgütlülüğe itti. İşte tam da baskıların zirveye ulaştığı 90'lı yıllarda özellikle Alevi örgütlülüğünde bir sıçrama yaşandı. Çünkü artık bir kültürsüzlüğün içinde yok olmak üzere olan kadim kültür kendini koruma refleksi gösterdi. Böylece bu kararlılık, mücadelelerin ve iradenin sonucunda Alevi örgütleri kuruldu. Kürtler ise çok daha eskiye dayanan örgütlülüklerini yer yer bir "karşı milliyetçilik" noktasına taşıyarak, terörize oldular ve bambaşka bir yolda ilerlediler.
Diyanet İşleri Başkanlığı tüm bu ulus yaratma sürecinin en önemli aparatı oldu. Tekke ve zaviyeler kapandı evet din eğitimi ve öğretimi komple devletin eline geçti. Lakin Diyanet zaman içinde resmi olmayan "devlet dini" olan Sünni İslamı kutsayıp, yaygınlaşmasında can siperane bir çaba göstererek ulus devletin inşaasının en önemli ayağı oldu. Her yer ama her yer camilerle dolduruldu. Böylece Diyanet Türkiye'nin en güçlü cemaati haline geldi. Ve tüm halk bu cemaatin bir müriti yapılmaya çabalandı ve hala çabalanıyor. Bu nedenle böyle bir kurumun olduğu ülke asla laik olmamıştır olamaz.
Feodal bağları koparmak yıkmak bir ilerlemedir. Ki bu bile başarılamamıştır. Lakin yerine daha ileri bir kültür koymak gerekir. Feodal bağlar çözülürken yerine büyük şehirlerin arka mahallerinde rezil bir kültürsüzlük ikame edilmiştir. Feodal bağlar gerçekten akılcı ve doğru bir planlama ile yıkılsaydı, bugün kadın cinayetlerini konuşmuyor olurduk. Bir dinin belli bir mezhebini sürekli pohpohlayıp kışkırtan bir devlet, feodal bağları yıkamaz. Feodal bağları yıkmak demek, onun yarattığı kadim kültürleri, dilleri ve inanış ritüellerini toptan yok etmek değildir. Türkiye'de bu bağlamda "büyük bir aydınlanma" yaşanmıştır demek abes olur. Tarihin akışı gereği elbette toplumlar ilerler, bu zamanın gereğidir.
@öne çıkar
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.