BÜYÜKADALI LEFTER’İN GÜVERCİN TEDİRGİNLİĞİ

BÜYÜKADALI LEFTER’İN GÜVERCİN TEDİRGİNLİĞİ

Bizim memleketi memleketin kendine rağmen sevmek zor zanaat. Siz onu sevdikçe, o daha iyi olsun diye fikir ve icraat ürettikçe o sizden şüphe duymaya başlıyor.

Şüphenin sonunda sizi neyin beklediği, sevginizi dile ve eyleme dökmekte ne kadar ısrarcı olduğunuza göre değişiyor. Çok ısrar eder, hele bir de sizin gibi düşünenlerle bir kalabalığa dönüşürseniz... Eyvah!

İşkencelerden geçebilir, linç edilmek istenebilir, hapislere düşebilir yahut bir sokak ortasında ayağınızda çıkarsız sevginize delalet bir çift tabanı delik ayakkabıyla sırtınızdan vurulabilirsiniz.

Netflix’te gösterime giren “Lefter: Bir Ordinaryüs Hikâyesi” filmini izlerken bunlar geçti aklımdan.

lefter.jpeg

Cumhuriyet iki yaşındayken doğmuş, futbol kabiliyetiyle daha reşit olmadan tanınmış, yurt dışında forma giymiş, milli takımın ve bir büyük kulübün; Fenerbahçe’nin sembolüne dönüşmüş.

Bugün bile her çocuğun rüyasını süsleyebilecek bir hayat… Öyle değil mi?

Değil işte.

Hayatı sadece Rum olduğu için güvercin tedirginliğiyle geçmiş Lefter’in.

Üstelik ölümüne kadar buralı ve bu ülkenin ferdi olmakla gurur duyduğunu söylemesine rağmen. Üstelik, daha ne yapsın, milli formayla Yunanistan’a goller atmasına rağmen.

Burada “Rum tohumu”, suyun öte yanına geçtiğinde “Türk tohumu” olmaktan bir türlü kurtulamamış.

Neler yaşamış, gelin birlikte göz atalım.

Yıllardan 1942.

Lefter 17 yaşında. Taksimspor’da oynamaya ve futboluyla dikkat çekmeye başlamış.

Varlık Vergisi Kanunu çıkıyor. Öyle bir vergi ki hiçbir gayrimüslimin ödemeye gücü yetmiyor. Ermenilere yüzde 232, Yahudilere yüzde 179, Rumlara yüzde 156 vergi ödeme zorunluluğu getiriliyor.

Kaderin garip bir cilvesi, dönemin Başbakanı Şükrü Saracoğlu. Lefter’in en büyük aşkı Fenerbahçe’nin stadına ismini verecek Saracoğlu şu sözlerle savunuyor Varlık Vergisi’ni:

"Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz. …Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve laakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. (...) Biz ne sarayın ne sermayenin ne de sınıfların saltanatını istiyoruz. İstediğimiz sadece Türk milletinin hakimiyetidir."

Kanun çıkınca gayrimüslimlere ait evler, dükkanlar yok pahasına satılıyor. Kimini Müslüman Türkler alıyor, kimini devlet.

Lefter’in Büyükada’da yaşayan yakınları topluca Yunanistan’a göçmek zorunda kalıyor. Kanun Lefter’lerin evini vurmuyor çünkü vergilendirecek malları yok. Babası bir garip balıkçı. Hristo.

Lefter dayanamıyor tüm çocukluk arkadaşlarının adadan ayrılmasına, hayata küsüyor ve futbol kariyerinin en güzel zamanında hem de gönüllü olarak askere yazılıyor. Dört yıl Diyarbakır’da askerlik yapıyor. Şükür ki, Ordu Milli Takımı’yla top peşinde yine…

On üç sene sonrasındayız. Yıllardan 1955.

Eylül ayı başında bir haber dolaşıma sokuluyor: Selanik’te Atatürk’ün doğduğu ev bombalandı!

Bir anda karışıyor ortalık. Bir cadı avı başlıyor. İstanbul’daki 73 Rum Ortodoks kilisesi ateşe veriliyor. Beş binden fazla dükkân ve ev yağmalanıyor. Bir sinagog, iki manastır ve 26 azınlık okulu da yağmalananlar arasında.

1947 yılında CHP’nin hazırladığı Azınlık Raporu’nda şu ifade yer alıyor: "İstanbul'un fethinin 500. yılında İstanbul'da bir tek Rum olmazsa ne iyi olur."

Ve o gözü dönmüş kalabalıktan bir grup Büyükada’da Lefter’in evini hedef seçiyor. Lefter artık 30 yaşında. Şan şöhret sahibi, milli takım formasını giyen, evli ve çocuklu koca bir adam. Büyük Lefter yani.

Ellerinde taşlar, sopalar ve meşalelerle “Türkiye’yi gavura mezar etmek” üzere dalıyorlar Lefter’in bahçe kapısından içeriye. İki çocuğu ve eşini bodruma saklayan Lefter elinde avcı tüfeğiyle bekliyor kapının arkasında. İçeri girerlerse ateş edecek, ateş ederse linç daha da şiddetlenecek…

Giremiyorlar şükür ki. Kurtuluyor Lefter ve ailesi. Sonra asker ve polis çok ısrar ediyor, “Söyle kimdi gelenler” diyor. Gelenler tanıdık çünkü. Gelenler adadan komşuları. Aralarında harçlık verdiği gençler var. Söylemiyor Lefter. “Görmedim” diyor. “Karanlıktı” diyor.

Yıllar sonra bir Lefter belgeselinde rahmetli Selahattin Duman “delikanlılık”, “şövalyelik” diye tanımlıyor Lefter’in ser verip sır vermeyişini.

Emin değilim bundan. Bence korkuyor Lefter. O insanlarla aynı adada yaşayacak çünkü. Bir gün önce ailesini parçalamak isteyenlerle aynı fırın kuyruğunda göz göze gelecek.

Yıllar sonra Tayfun Talipoğlu bu iki olayı sorunca, aradan geçen altmış yıla rağmen Lefter’in güvercin tedirginliği giriyor yine devreye. Sadece şu kadarını söylemek için bile kameraların kapatılmasını istiyor:

"Bana bunları sorma, başımı belaya sokacaksın. Tamam sürdüler, babamı da üzdüler. Hâlâ ağlarım babamın anlattıklarına. Babam garibanın tekiydi. 6-7 Eylül'de yaptıkları ayıp değil mi? Olmaması lazımdı değil mi? Nesini konuşacağız."

Yıllar önce Hrant Dink için İstiklal Caddesi’nde insan zinciri yaparken bizi alkışlayan bir Ermeni arkadaşımızı yalvar yakar dahil edebildik zincire. Tir tir titriyordu el ele tutuşurken. “Korkma bu kadar yahu, bir şey olmaz. Polisin izni var” dedik. “Nasıl korkmam abi” dedi bize. “Sizi gözaltına alıyorlar, bizi vuruyorlar.” Hiç unutmam.

Devam edelim. 60’lı yıllardayız.

Bu kez Kıbrıs yüzünden karışmış ortalık. Koalisyon hükümeti hem Yunan hem de Türk pasaportu olanların, yani çifte vatandaşların ülkeyi terk etmesini istiyor.

Lefter sadece Türk vatandaşı. Rum ama bir süre sonra Rumluğu yoracak onu. “Arnavutum ben” diyecek. Rum olduğu için oradan da göçmek zorunda kalmış ataları. Bir daha göçmek istemiyor Lefter Küçükandonyanis. Daha doğrusu, asıl ismiyle Eleftherios Antonios.

Aynı tarihlerde bir “yaptığıyla” daha problem oluyor Lefter: Çok fazla milli olmuş. Şaka yapmıyor. Milli formayı en çok giymiş oyuncunun bir Rum olması sorun oluyor devletimiz için.

Yalçın Doğan anlatsın gerisini: “Rum kökenli Türk yurttaşı Lefter elli kez milli olmuş, o ortamda aziz Türkiye Cumhuriyeti'nin buna dayanması mümkün değil. Derin devlet sektirmeden devreye giriyor. Lefter'le milli formayı eşit giymiş Turgay var. Önümüzde de bir milli maç var. Lefter milli takıma çağrılmıyor. Lefter'i geçen Turgay 51 kez milli oluyor, en çok milli olan futbolcu unvanını kazanıyor. Derin devlet derin bir "ohhh" çekiyor. Türkiye'nin artık Rum kökenli değil, Türk Milli Takımı'nda milli formayı en çok giyen Türk kökenli bir futbolcusu var. Hep birlikte namusumuz kurtuluyor.”

Okurken bile yüreğiniz ağırlaştı biliyorum ama daha bitmedi.

Son bir vakamız daha var. Yıllardan 1974.

Kıbrıs Harekatı’nın üzerinden birkaç ay geçmiş. Kader bu ya, tam o tarihlerde bir emlak satışı yüzünden karakolluk oluyor Lefter. Artık o dönem için “yaşlı” sayılacak bir yaşta, 49 yaşında.

Karakol da evinin hemen yanı başındaki Büyükada Karakolu üstelik. Tartışma karakolda daha da büyüyor, kavgaya dönüşüyor. Polis amiri Lefter’e bir tokat patlatıyor, arkasından da şu sözler çıkıyor ağzından: "Ulan biz sizi Anadolu'dan sürüp İzmir'de denize döktük, buradan da atacağız."

İşte orada Arnavut olmaya karar veriyor Lefter. Olay Hürriyet gazetesine şöyle yansıyor: "Ben Rum değil Arnavut'um. Üstelik de Türk vatandaşıyım. Büyük Ada'da doğdum. Diyarbakır'da 4 yıl askerlik yaptım. [...] Ben Yunan Milli takımına karşı iki defa forma giydim. Hem de Atina'da! [...] 1947 yılında Atina'da attığım golden sonra Yunanlılar bana nasıl bağırıyor. Dinle ve benim ne olduğumu anlayıp utan!" (Hürriyet, 21 Eylül 1974, sayfa 8 – Alıntı bianet)

Haber büyüyor. Başbakan Ecevit şu sözlerle kınıyor yaşananları: “Halk böyle ayrım yapmazken, en heyecanlı sayılması gereken gençler duygularına hâkim olurken, bir emniyet görevlisinin böyle duygulara kapılması eğer doğru ise hoş görülemez."

Gençler Rum tokatlamıyor, size n’oluyor, diyor yani Ecevit. Elli yaşındaki milli sembolümüzü gençler tokatlasa hadi neyse…

Bir ay sonra Hürriyet gazetesi Lefter’le bir röportaj yapıyor.

Ve milli yıldızı nasıl savunsalar beğenirsiniz? Şöyle diyor gazete:

"Ama eller vicdana koyup sorulmalı: Lefter'in sahip olup da bu vatana vermediği şey kaldı mı artık? Canından çok sevdiği iki kızı vardı. Onları da iki Türk delikanlısına eş yaptı." (Hürriyet, 5 Ekim 1974, sayfa 10)

, işte böyle. Adasına, ülkesine ve ülkenin en büyük kulüplerinden birine aşık; memleketi için dört yıl askerlik yapmış, o kutsal kabul edilen milli formayla goller atmış Lefter işte bunları yaşamış.

Bunlar bildiklerimiz üstelik. Kim bilir maçlarda neler yaşandı?

Onun memleket sevgisinden bir türlü emin olamamış bu ülke. Rumluğundan vazgeçmiş, “Arnavutum” demiş, fayda etmemiş. Kızlarını Türklere vermiş, kâfi gelmemiş.

O güvercin tedirginliğini bir ömür üzerinden atamamış, zaten yaşamının sonlarına doğru da çok sevdiği adasından dışarıya adımını atmaz olmuş.

En başa dönelim. Nedir bir memleketi sevmek? Nasıl olur? Nasıl anlaşılır?

Boş ve hamasi sözlerle mi? Sosyal medyada aslan kesilerek mi? Türlü imlâ yanlışıyla, sevdiğini iddia ettiğin ülkenin dilini konuşmayı beceremeden edebiyat parçalayarak mı?

Kimin elindedir terazi? Kim ölçer vatan sevgisini? Kim karar verir kimin daha çok sevdiğine ve yeri geldiğinde memleketi için canını vereceğine?

Kovarlar seni, “git” derler, gitmezsin. Eşinden dostundan ayırırlar, dişini sıkar katlanırsın. Kapına dayanırlar, evini başına yıkmaya kalkarlar, milim kıpırdamazsın. “Sen bizden değilsin” derler, duymazsın. “Başkasının tohumu” olmakla suçlarlar, inadına gollerini atarsın. Yaşına başına bakmadan iki tokat çakarlar, sineye çeker kimseye düşman olmazsın.

Çünkü sen Büyükadalı Lefter’sin.

Senin memleket sevgini tartacak terazi daha icat edilmedi.

Ruhun şad olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.