Doç. Dr. Birol ERTAN

Doç. Dr. Birol ERTAN

AYDIN TUTULMASI

 

Türkiye, 1980 darbesi sonrasında temelleri atılan ve son yıllarda iyice belirginleşen bir Aydın Tutulması yaşıyor. 1980 darbesi diyorum, çünkü 12 Eylül 1980, yalnızca ülkeye değil, demokrasiye, siyasi yaşama ve her şeyden öte de ülkenin entelektüel gelişimine büyük bir darbeydi. Peki, bu darbe ile Türkiye'de aydınların korkaklaşması, çözülmesi, bireycileşmesi, vizyonsuzlaşması ve oportünizme teslim olmaları arasında nasıl bir ilişki kurulabilir? Bu yazının konusu, Türkiye'nin son 30 yılda yaşadığı ve özellikle son 10 yılda kronikleşen Orta Çağlaşması ve aydın etiketli kitlenin çok büyük kısmının entelektüel sorumluluktan kaçışı ile bunun getireceği sonuçlardır.

21. yüzyılda aydın olmanın bir bedeli ve olmazsa olmaz koşulları vardır. Her aydın, çağının tanığı olmak, halkı aydınlatma ve gerçekleri cesurca dile getirmekten kaçınmamak, bireysel çıkarlarını ülke çıkarlarının önüne koymamak, halk dalkavukluğu yaparak kişisel çıkarlar sağlamamak, muhalefet edebilecek cesareti göstermek, iktidar yalakalığı yapmamak ve bilgiyi gelecek kuşaklara taşımak sorumluluğuyla hareket etmelidir. Bunu yapamayan bir bilgi sahibine aydın demek, ülkesi ve halkı için katkı koyduğunu söylemek asla söz konusu olamaz. Peki Türkiye'de bir aydın tutulması mı yaşanıyor ? Bunun belirtileri nelerdir?

Son dönemde kitapevlerine girdiğinizde, çok az sayıda yeni basılmış kitaba rastlıyorsunuz. Acaba daha az kitap mı yazılmaya başladı, daha az insan mı kitap okuyor ya da daha az kitap mı basılıyor? Ya hepsi doğruysa! Daha az yazılıyor, daha az basılıyor ve daha az okunuyorsa!

Üniversitelerin muhalif duruşları törpülenmiş, medyanın muhalefet misyonu ortadan kaldırılmış, 4. Güç olması gereken medyanın siyasal iktidarı meşrulaştırma aracı olarak Güçlerin Medyasına dönüştürülme süreci bitirilmiş, artık şiir kitapları basılmıyor, televizyonlarda toplumsal içerikli sinema filmlerinin yerini bayağı diziler almış, medyada uzman diye çıkarılan yeni yetme tüysüzlerin iktidar yalakalığı yapmak için takla atmasını izlerken yüreğiniz daralıyor ve bütün bunları sayfalarca uzatmak mümkün. Böylesi bir durum, ülkede gerçek bir entelektüel deprem yaşandığının kanıtları değil midir?

Televizyonlarınızı açınca, teravi namazının farz olup olmadığı tartışılıyorsa, son dönemde moda olan evlilik programlarında her yaştan insanlar kavga dövüş içinde birbirlerine saldırıyorsa, içeriksiz ve niteliksiz yarışma programlarında kolay yoldan paralar dağıtılıp meşhur olma yolları yaratılmaya çalışılıyorsa, bir spor türü olması gereken futbol bile bir yozlaşmanın ve siyasetin göbeğine yerleştirilme süreci içine girmişse, kim ve neden kitap yazsın ve kimler de neden kitap okusun ya da hangi yayınevi kitap basarak ayakta kalabilsin!

Bu yozlaşma ve Orta Çağ koşularını andıran Türkiye tablosunda gerçekleri haykırarak hedef durumuna gelecek bir aydın grubunun yavaş yavaş yok olmaya başladığını görmemek elde değil. Aile büyükleri, kitap okuyan çocuklarından endişe eder duruma gelmiştir. İyi bir işe girebilmek ve işinde yükselebilmek için bir siyaset ağasının torpiline ihtiyaç duyuluyor.  Gerçekleri çekinmeden ve olabildiğince yalın biçimde anlatma yeterliliğine sahip bir avuç aydının bütün medya organlarından ve toplumsal yaşamdan dışlandığı bir ülkede, aydınlanma devrimi başarılabilir mi?

Eleştirmekten korkan, yalakalığa özendirilen, geleceğinden endişeli, küçümsenen, horlanan, ödüllendirilmeyen bir aydın kitlesinin ülkede aydınlanmanın önünü açması söz konusu olabilir mi?

Aydın olma sorumluluğuna sahip olamayanların korkaklığını, teslimiyetini, köşelerine çekilmeye razı oluşlarını ve gerçeklere sırtını dönmelerini elbette eleştireceğiz. Ancak, aydınlarını bu hale sokan bir ülkenin gideceği yerin aydınlık yarınlar olabileceği söylenebilir mi? Bu tablodan halkın ve sıradan bireyin de sorumlu olduğu gerçeği örtbas edilebilir mi? Acaba, 18. yüzyılın aydınlanmacı düşünürlerinden Montesquieu'nun "her ulus, layık olduğu biçimde yönetilir" sözü doğrulanıyor mu?

Türkiye'nin uygar ve demokratik yaşamın kökleştiği çağdaş ülkelere sırtını dönüp Orta Doğu'da ya da Afrika'da Batı emperyalizminin taşeronluğuna soyunması, ülkeyi daha güvensiz ve daha kırılgan bir rejime sürükleyecek, kısa zaman sonra da giderek otoriterleşen bir yönetimin ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır. Bunu göremeyen aydınlar, köşelerine çekilerek kendilerini kurtarabileceklerini sanıyorlarsa çok yanılıyorlar. Bir ülkenin otoriterleşmesi, entelektüel gelişmenin durdurulması, muhalefetin ortadan kaldırılması ve ülkenin bir Orta Çağ karanlığına sürüklenmesi sürecinde bilginin ve bilgi sahiplerinin hedefteki ilkler olacaklarını tahmin etmek zor değil. İş işten geçtiğinde, ülke nimetlerinden yararlanmak konusunda yeni oportünist yöntemler bulan aydın etiketli kesimlerin sokakta dolaşacak özgürlükleri olmayacağını hep birlikte göreceğiz. 

Türkiye'de yeni bir Orta Çağ ve aydın tutulması yaşanırken, bu tutulmanın getireceği karanlıktan ilk etkilenenler de aydın olmanın nimetlerinden yararlananlar olacağı şüphe götürmez. Aydın etiketli oportünistlerin ülkelerine ve kimliklerine ihanetlerinin bedelini ödemeleri ve ülkelerine ödetmeleri için daha ne kadar bekleyeceğiz bilemiyorum. Ancak, çok uzun süreceğini sanmıyorum. Bekleyelim ve görelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar