Yıldız ERİŞ AKATA

Yıldız ERİŞ AKATA

DEDE EVİ .

DEDE EVİ.

Yıldız ERİŞ AKATA

O gün dede evi çok kalabalıktı. Babamı kaybetmiştik, onu ebediyete yolcu edıyorduk. Evin son yolcusunuda uğurluyorduk.
Acı , tatlıbir yığın anıyla dolu olan bu ev, doğduğum , büyüdüğüm evdi.
Çocukluğum burada bu sofada , bu sedirde, bu odalarda , bu bahçede , bu mahallede geçmişti.
Dedem, babaannem Memiş-Asiye AKATA, halamlar; Ayten EROĞLU, Aygün UZMAN, Huriye PİROĞLU, babam ve annem (Sengül-Selahattin AKATA), çoluk , çocuk hep bu evde yaşamıştık.
Bu evden halalarım gelin çıktı, bende öyle.
Kardeşlerim Şeref ve Bülent de evlendi.
Sonra daha kalabalık olarak torunlarla, çocuklarıyla bayramlarda bu evi doldurduk.
Sonra dedemi , babaannemi, Ayten, Aygün halalarımı kaybettim..
Peşinden annemizi ve en son babamızı yolcu ettik, bu ev bomboş kaldı..
Zaferi Mili mahallesi, Çocuk Geçidi caddesindeki dede evimiz anılarla dopdolu fakat yapayanlız kaldı.
Taş duvarlarla çevrili bahçe içindeki üçkatlı bu ev ahşap ve kagir kullanılmış, altında sarnıcı olan, içinden ahşap tavanlı,üst kata çıkan merdiveni oymalı ahşap süsleme ile taçlı , tavanı yağlı boyalı bir ev.
Mutfakda ve sofalarda sedirler bulunan beş odalı bu eve, yıllar önce dedem 2 katlı mutfak ilavesi yaptırmıştı. Alt mutfakda turşular kurulur, saç yufkası yapılır, küplere kışlık tuzlu fasülyeler basılırdı.
Babaannem, salçasını, reçelini koca koca kazanlarda hep bu alt mutfakda yapardı.
Kalabalık bayram günlerinde odun ateşinde tepsi tepsi su börekleri pişirirdi. Aynı zamanda yakın komşularımızda bu alt mutfağı kendi ihtiyaçları için zaman zaman kullanırlardı.
Babaanemle dedem toprakla uğraşmayı ve bahçeyi çok severlerdi.
Bahçemizde duvar kenarlarından itibaren sırayla; mürdüm eriği,alt köşede koca bir zeytin ağacı, yanında dut sonra süt elması,sağ köşede armut ve hurma ağacı, yukarı doğru muşmula, incir, nar, şeftali, ayva ağaçlarının çevirdiği bahçenin tam ortası mandalina , portakal, limon ağaçlarıyla doluydu.
Bu ağaçların içinde bütün bir çocukluğumuz , bütün hayatımız geçti.
Bugünde mandalina mevsimindeyiz bahçedeki ağaçların üzerinde sarı-yeşil mandalinalar beni tekrar çocukluğuma götürdü.
Bu hüzünlü günde bile anılarımla buruk bir mutluluğu yaşıorum..

Hiç unutmam ; kışın don yapan gecelerde babaannem ve dedem limon ağaçlarını , naylonlara, kilimlere sarardı donmasınlar diye. Şu anda durduğum pencereden onları izler ve ne yaptıklarını anlamaya çalışırdım. Onlar topraklarına , bahçelerine, meyvalarına çok emek verirlerdi, ağaçlarına , hayvanlarına, çocukları gibi ihtimam gösterirlerdi.

Siz hiç mandalina , portakal ve limon çiçeği kokan bir evde yaşadınızmı ?
Kışın kar yağarken bahçenizden portakal topladınızmı ?
Bilenler vardır mutlaka muhteşem bir duygudur...

Mandalinalar olunca sokakda top oynayan çocuklar , topu bahçeye atarlar ve o bahaneyle duvardan bahçeye atlayıp mandalina toplarlardı.
Babaaneme yakalanırlarsa, kıyamet kopar ,ağaçların dallarını çekip kırıyorlar diye çok kızardı. Ama dedeme yakalanırlarsa onları pencereden keyİfle seyreder bana da usulca sus işareti yapardı, babaannem duymasın diye..
Dedemle aramızda böyle ufak sırlar olurdu hep..
Meyvalar toplandığında babaannem sırayla bütün komşulara dağıtır, sonra kalanını eve taşıtırdı.
Böyle zamanlarda onun için ne büyük bir mutluluk olduğunu hissederdim.
Emeğinin ürününü görmek ve onu komşuları ile paylaşmak onun için en büyük mutluluktu.
Onlar varlıklarıyla övünmeyen, gösterişsiz , sakin bir hayat yaşayan mütevazi insanlardı.

Babaannemin okuma yazması yoktu.
Konsolun üst çekmecesinde sakladığı küçük bir mühürü vardı. İmza atmak için kullanırdı. Hani Osmanlı kadını denir ya işte öyle bir kadındı.
Eşine saygılı, sessiz ama kesin bir otoriteydi.
Fındık zamanı köydeki eve taşınırdık.
Babaannem için başlı başına bir olay olan ve fındık harmandan kalkana kadar büyük bir telaş yaşanırdı .
Tekleme seçmek için günlerce harmanda çalışırdı.
Siyah şemsiyesini güneşe siper eder, harmanda dağ gibi fındık yığınlarından tekleme ayıklardı.
Belki bir teneke fındığı kurtarabilme adına günler ve geceler boyunca eziyet çekerdi.
Fındık bahçesi satın almak için tepeliğini ve altınlarını bozduran babaannem ,bir avuç fındık ziyan olmasın diye günlerce harmanda çalışırdı . (Onca işçiye rağmen)
Tabi o zamanlar patoz yoktu ama bir avuç fındıkda para ederdi, bugünki gibi bedava değildi.
Başka bir yazımda fındık konusunu daha detaylı konuşuruz.
Dede evimiz artık bomboş kaldı ..
Bahçedeki ağaçlar yanlız anılarla büyüdü.
Bu sene mandalinaları toplarken kardeşlerim Şeref, Bülent, Levent ile birlikte yanımda kızım, oğlum ve gelinimde vardı .
Onların bahçedeki mutluluğunu seyrederken birden yine çocukluğuma gittim ve o tatlı anılarımın şahidi olan ağaçlarımın dallarını kırmayın dedim çocuklarıma...
Sessizce dedemi gördüm, yanımdaydı bana sus işareti yapar gibiydi, döndüm mutfağın penceresine baktım, babaannem bakıyormuydu acaba ??
Üşüdüm birden, rüzgar çıktı dedim kendi kendime, eve girdim, sofadan üst kata çıktım , pencereden Ordu'ya baktım.
Çocukların bahçeden sesleri geliyordu, kızım Melis ve oğlum Mert sokakdaki top oynayan çocuklara mandalina veriyordu, gözlerimden akan iki damla yaşın beni bu kadar mutlu ediceğini bilemezdim ..

Bu ev, bu bahçe , anılarda dedemi de, babaannemi de, babamları da,halalarımı da yaşatıyordu.
Hatıralar sadece anılarda kalmayıp,yaşatılandır.
Merdivenlerden inerken kahve içmek istedim, dedeme yaptığım gibi özenle pişirmeliyim kahveyi..

Hepbirlikte yaşatılan ve yaşanan anılara saygılarıla..

26 Kasım 2008 Yıldız ERİŞ AKATA

Önceki ve Sonraki Yazılar