RUHUMUZUN ÖLDÜĞÜNÜ ZANNEDENLER; “Bu kalp seni unutur mu?”

RUHUMUZUN ÖLDÜĞÜNÜ ZANNEDENLER;

“Bu kalp seni unutur mu?”              Emel SUNGUR



Diziyi seyrederken birden konser salonunun perdesi indi, ağır giden bir klasik müzik arkasından beyaz bir pankart hepimizin gözleri önüne usul usul yerleşti.

Biz ötekiler birkaç kişi ile izliyorduk ve onlarda salonları doldurmuşlardı her zamanki gibi izliyorlardı kırmızı ile yazılmıştı yazılar “FAŞİST CUNTA HESAP VERECEK”.

Evde izliyordum heyecanlandım, fırladım oturduğum yerden. Ama dizide en ön sırada oturup izleyenler sakindi bir iki kişi ayaklandı. Diğerleri yazıyı gördü ama sakinlerdi onlara bir şey olmayacağından öylesine eminlerdiki.

Olsa da ne olurdu o gün ayakta alkışlananlar mezarı başında her gün nöbet tutulanlar sınıfına

geçmiş olacaklardı ve dizide denildiği gibi öndeki sandalye boşalsa da arkadan gelen hızla yerini dolduracaktı. Belki de kim bilir böyle olmayıp her gün biraz daha palazlananlar pısıp kalacaktı bir kenarda bu ikinci tahmin ettiğimi ne görebildik ne yaşayabildik.

Pankartı dizide de olsa görünce heyecanlandım, mutlu oldum, içim rahatladı biraz.

“ FAŞİST CUNTA HESAP VERECEK”

Verilecek hesap sadece dünün hesabı değildi, gelinen bu günlerin ve ayni zaman da gelecek günlerin verilmesi gereken hesabıydı. Bu günün tarihini yıllar önce yazanlar bu gün şikayetlerini dile getiriyorlardı. Onları anlamak mümkündü, oturdukları koltuk alıştıkları kadar rahat değildi artık. Arada batan ufacık toplu iğneler dahi o kaba, yağlı, kremli hassas bedenlerini, basenlerini rahatsız etmişti.

Bunca yaşanan acının nedeni ne yazık ki mutlu bir avuç azınlığın rahatının sürmesi içindi. Ve o düzeni eleştirmek, değiştirmeye kalkmak hatta o dönemin yanlışlarını ifade etmek yasaktı, hem de çok yasak. Bazen arkadaşlarınla oturup konuşup tartışmak, bazen sözleri Nazım"a sesi Ruhi Su" ya ait olan deyişleri dinlemenin yasak olduğu gibi

İşte yaşamımızda son 15 senedir zaman zaman dile getirdiğimiz son 6 senedir sıklıkla ve yüksek sesle dile getirdiğimiz” DARBECİLER HALKA HESAP VERECEK” sözleri dizi izlerken karşım da duruyordu. Mutlu etti bu söylemi bir dizide görmek. Topraklarımızın karanlık ve hesap vermemiş yılları, onun mimarları oturdukları koltukta sanki batan toplu iğnede olsa onun rahatsızlığını hissetiler.

Diziyi izleyenler hem böyle hem öyle yaşanırmı diyorlardı ama ayni öyleydi yaşam bir kendi dünyamız birde oynamak zorunda olduğumuz rol. Her ikisi de yürütmek zorunda olduğumuz senaryoydu bazen tamda içinde bazense adeta fotomontajla ilave ediliyorduk senaryoya. Etrafımızı kuşatan bir sürü buğulu havayı sevip pusuda yatan insanlar vardı. Bir avuçta ana, baba en yakınlar aslında en değerli varlıkları olmamız nedeniyle bizlerle olmak gerektiğine inanarak sahiplenmişlerdi bizleri. Belki de bir kısmı zoraki girmişlerdi bu senaryonun içine ve dahil olmuşlardı. Ana, babalar kan bağı nedeniyle sahiplenmişlerdi. Hepimizin bu yıllarında en az onlar kadar duyarlı, sahiplenen kişiler vardı yaşam boyu unutmayacağımız. Benim de dünyamda unutulmaz iki isim vardı bu güne değin özenle sır gibi sakladığım. Kapanan kapıların ardından bize evinin kapısını sonuna kadar açan iki değerdi. Birinin dünya görüşü, yaşam biçimi ve beklentileri öylesine farklıydı ki buna rağmen kapılarını çalmadan açık bulduk. Bir diğeri ise yaşlı, beyaz saçlı, hep çok şık gördüğüm eşimin ailesinde en fazla değer verdiğim yılların sosyal demokratı, bu tercihini asla kendiyle ilgili kişisel beklentileri olmadan inanarak seçen ve herkes gölgesinden korkarken ilk kapısını çaldığım daha sonraki yıllarda her özel günde gidip elini öptüğüm Lütfullah bey amcaydı.” Bey “ kelimesi bazen çok itici olur benim için ama evlendiğim günden yaşamı sona erene kadar bağımı kesmediğim Lütfullah Bey amcanın beyliği hiç beni rahatsız etmediği gibi “bey”lik verilen bir tanımsa bu tanımı en fazla hak eden büyüğümdü Lütfullah bey amca. Diğer ismini söylemediğimse eniştemdi evinde Adnan Menderese ait açıklamaları olan gazeteleri

yıllarca özenle saklayan eniştem bu defa Feridun"u saklamıştı evinde. Bu gün anlattıklarımız hiç önemli görünmeye bilir ama o yıllar akrabalıkların, arkadaşlıkların, hısımlıkların yasaklandığı yıllardı. O yıllar kimsenin kimseye selam vermediği yıllardı.

Yine o yıllar en yakınların “ aklın varsa göle” “ her koyun kendi bacağından asılır” dediği yıllardı. Onlara göre koyunlar yeğenler, kardeşler, kuzenler ve belki de en yakın arkadaşlardı. Dizi yaşanan bütün bunları bir kez daha anımsattı, anımsadıklarımın ardından diziye dönüp baktığımda Diyarbakır Cezaevi süreci canlı fotoğraflarla bir albüm oluşturdu. Bu albüm biliyorduk ki yaşananların onda biriydi ama bizim çok acı çekerek anlattıklarımızın yaşananların katmerlisini anlatıyordu fiziksel işkencenin dönüştüğü ruhun yıkımını da getirmişti bu fotoğraflar. Ruhtan anlamayanlar asıl kalıcı olan işkencenin fiziksel değil insanın yaşamında en önemli değerleri olan dilini, inancını, ideallerini, dünya görüşünü, cinsini, yöresini, geleneğini yok saymanın ve tüm bunları ortadan kaldırmanın en acı veren olduğunu fark etmişlerdi. Fiziksel işkence yapılırken, vücudun organları yok edilirken insanların en fazla beyni ve matkapla yürekleri oyuluyordu.

Dizinin Diyarbakır Cezaevinde geçen yakan kıvrandıran sahnelerini seyrederken beyaz üzerine kırmızı ile yazılan sözler hiç olmazsa biraz “oh” dedirtti . Yıllardır yazdığım dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştığım “Kamber Ateş nasılsın?” kitabının ne demek istediğini biraz daha kolay anlayabilir böylesi dizileri izleyenler. Binlerce kez anlattım, her anlattığımda acıyı ve hüznü katmerli yaşadım, bu anlatımıma yansıdı ama karşıdan dinleyenlerden hiç yanıt yoktu. Toplantılarda “ Kamber Ateşi ” anlatınca gözlerden anlaşılabilirlik ifadesi almak çok mümkün olmuyordu

Biz anlattığımızda anlamayanlar veya algılamak istemeyenler bu suskunluklarının, anlamazlıklarının bedelinin 45 bin kişinin ölümü, binlerce sakat insan, on binlerce dağılmış, yıkılmış aile ve en önemlisi birlikte yaşanan yılları unutan sevginin yerini nefret ve kinin aldığı yeni tip Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bu topraklarda yeşermeye başladığını anlamışlar mıydı.

Yasaklı kitaplar, yasaklı yıllar yasaklı düşünceler, yasaklı diller, yasaklı kültür ve inançlar, yasaklı cins olduğunu belki bu gün geçte olsa yine bizlerden değil ama birilerinden öğreneceklerdi. O zaman kafaların içindeki ünlemler ve soru işaretleri belki de bitecektir. Bizler içinse dizinin en sessiz ve en ağır klasik müzik çalındığı anda birden sahneye düşen beyaz pankart üzerine yazılı “ FAŞİST CUNTA HESAP VERECEK” sözleri yaşama geçende soru işaretli ünlemli dönemleri biraz da olsa nokta ve virgüle dönüşecektir. O zaman ruhumuz hem yılları yakalamak hem de gidenler adına yaşamak için atağa kalkacak, ruhumuzun öldüğünü zannedenlerse kendi tükenmişliklerini göreceklerdir.

Önceki ve Sonraki Yazılar