ZAMANI OKUMAK

 

[email protected]

 

            Zamanı okumak, gelecek konusunda öngörülerde bulunmak ve bu öngörüleri toplumun yararı doğrultusunda kullanmak bizim gibi normal zekâlı vasat insanların harcı değil… Zaman, günümüz dünyası insanının yaşam kalitesinde belirleyici rol oynayabilen önemli bir etken…

            Zaman, bütün insan topluluğunu yakından ilgilendirdiği için, özellikle, ülkelerin Sosyal, Siyasal ve Ekonomik yönetim ve yönelimlerinde zamanı okuyabilen, çeşitli öngörü ve tahminlerde bulunabilen özellikli insanların elinde değer bulur, yarar sağlar…

Zamanı doğru okuma, toplumun geleceğini sağlıklı şekillendirme, yön verme ve doğrular etrafında toplama konusunda herkese görev düşerken, görev ve sorumluluğun en büyüğü dürüst siyasetçiye, gerçek bilim ve sanat adamlarına düşüyor. Çünkü sayılan üç gruptaki insanlar, toplumla doğrudan ve en sık iletişim kurabilecek birikim ve çeşitli güce sahipler…

Aslında, toplumumuz kendini yönlendirecek, ışık tutacak, ruhunu ve benliğini doğrularla dolduracak birikime ve yeterince yetişmiş insana sahip. Ancak yaşadıklarımız ve gördüklerimizden edindiğimiz izlenim, sistemin bu tür insan ve örgütlenmelere fırsat vermediği, pirim tanımadığı yönünde…

Gerçekler ve doğrular karşısında hasis davranan sistemin topluma getirileri ve faturası ne oldu? Güvensizlik ve şaşkınlık!

Sonuçları örneklersek:

Zamanı okuyamayan yöneticiler, ülkedeki nüfus artışını hesaplayamamış, nüfusunu bile doğru sayamamış, ülkedeki bölgesel ve kente göçün nedenlerini bilimsel doğrultuda araştırmamış, bu yüzden hormonlu canlılar gibi anormalleşerek büyüyen kent rezaletinin oluşacağını ve bunun sosyal sorunlara yol açacağını okuyamamışlardır…

Zamanı okuyamayan yöneticiler, çağımızın ve geleceğin en büyük sorununun beslenme olduğunun farkına varamamışlar, çeyrek asır evvel, Tarım alanında Dünya’da kendine yeten yedi ülkeden biri olan Türkiye, şimdi her türlü gıdada dışa bağımlı hale gelmiş, gıdanın her türlü değerli maddeden daha değerli olduğunu öngörememişlerdir…

Darbelerin ve baskıların devamlılık kazandığı ve yaşam biçimine dönüştüğü bir ülkede, nasıl olur da; ülkenin yöneticileri ve akil kesimleri nedenler ve bu nedenlerin izale edilmesi doğrultusunda öngörüde bulunamazlar, zamanı doğru okuyamazlar!

Neden Devlet bütçesi gerçek kazançlardan alınan vergilerden oluşmuyor da, yükü yoksullara bindirecek dolaylı (Tüketim) vergilere yükleniliyor? Sayın yöneticilerimizin vergi konusunda insan vicdanını rahatlatacak öngörüleri yok mu? Bu adaletsizliğin getireceği olumsuzluğu tahmin edemiyorlar mı?                                                                            Kamuda ve siyasette rüşvet neden önlenemiyor? Devlet kimlere hizmet sunuyor ve kimlerin egemenliğine giriyor? Bu tehlikeli gidişte siyaset adamlarımız, akil adamlarımız, yöneticilerimiz zamanın hangi tehlikelere gebe olduğunu öngörüp, önleyici tedbirleri neden alamıyorlar, almıyorlar? Ulusal gelirin hakız paylaşımının doğuracağı sosyal karmaşayı neden öngöremiyorlar?

Bizim topraklarımız, bizim halkımız tarih boyu çok büyük tehlikelerden, zorluklardan aşarak bu günlere geldi. Bu topraklarda hiçbir zaman tehlike bertaraf edilemedi. Günümüzde de bazı zorluklarımız günlük hayatımızı, hatta geleceğimizi bloke ediyor.                           Bu zorluklarımızdan biri, Alevi yurttaşlarımızın gayet insani ve gayet masum talepleridir. Sadece günümüzde değil, Osmanlıda da sorun olarak algılanan bu masum ve insani talepler, ne yazık ki zamanı okuyamayan, öngörüsü gelişmemiş siyaset ve yönetici kadrolarca reddedilmiş ve sorun haline dönüştürülmüştür. İnsanların nasıl inanacakları, nasıl ve nerede ibadet edecekleri zamanın egemenleri tarafından kendi tekellerine alınmış ve tartışmalı bir soruna dönüştürülmüştür…

Bir diğer zorluğumuz: kimine göre Kürt sorunu, kimine göre Güneydoğu sorunu, kimine göre terör sorunu, kimine göre ise Demokrasi sorunu denilen terör odaklı sorunumuzdur. TBMM’nin oluşumundan sonra, Koçgiri isyanı ile başlayan ve günümüzde PKK terör kalkışmasıyla devam eden, yirmi beş Kürt isyanı olayında da yöneticilerin zamanı okuyamamalarının etkisi vardır. Ülkenin bütünlüğünün söz konusu edildiği bu günlerde, yöneticilerimizin hâlâ geçmiş zamandan ders almadıkları gibi, günümüzün gelişmelerini de doğru okuyamıyorlar. Uluslar arası bir talep ve uygulama olan PKK terörü ve BDP taleplerinin ‘bağımsızlık’ ve ‘Türkiye’nin bölünmesi’ olduğunu açıkça dillendirmiyorlar.

DTK.’nin açıkladığı rapor bağımsızlık ve ayrı devlet Manifestosundan başka bir anlam taşımıyor. Özel Hukuk, Öz Savunma, Yerel Bağımsız Yönetim, Bölge, Köy, Kasaba ve İlçe Meclisleri, Özel Bayrak ifadeleri, yaklaşan tehlikede öngörüye bile gerek bırakmayan ifadelerdir.

Yöneticiler ve yetki kullananlar bu sorunun küllenmesini, ertelenmesini beklememeliler. Bu toprakların her metrekaresinde bu ülke insanının kanı var. Sorun, bir grup terör mensubunun, cezalı bir terörist kişinin, parlamentoda bulunan yirmi milletvekilinin ve kırk-elli Belediye Başkanının istekleri doğrultusunda çözülemez. Bu halkı, bu ülkeyi yönetmeyi amaçlayanlar, sorunu halkın bütününün isteği ve katkısı ile çözmek zorunda olduklarını unutmamalılar…

Şayet dönüp ‘bu iş nasıl olacak?’ diye soruyorlarsa, onun da kolayı var. Nasıl olsa çok demokratik liberal sistemimiz, ‘İthal İkameli’ kalkınma modelini seçtiğine göre, halkımız da kuracağı naylon bir şirketle, zamanı okuyabilen, gelecek konusunda öngörülerde bulunan yöneticiler ithal eder, olur biter! Her ihtiyacımızı dışalımla karşılıyoruz ya!.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.