DEMOKRATİK DİYALOG

 

  [email protected]

   Siyaset arenamız, uzun yıllardan beri zor tarif edilir dil kısırlığı içinde kendini ifade etmeye çalışıyor. Seçim dönemlerinde, yüksek kürsülerden aşağıdakilere bakarak iletişim ve diyalog kurmak daha kolayken, aşağı inip halkın arasına katıldığında veya sorunların çözümü talepleri karşısında iş zorlaşıyor ve yönetenlerimiz kekelemeye başlıyorlar. Belli ki¸Siyasi yapımız tahminlerin de ötesinde oksijen kısırlığı çekiyor…

                Siyasetçilerimiz, diskur sallamaları ile hayatın gerçeğini hiçbir zaman bağdaştıramadılar ve özellikle iktidar dönemleri sonunda hep hüsran bıraktılar. Siyaset edebiyatımızdaki ‘Enkaz devraldık’ söylemi de, kürsülerde atılan martavallarla, yaşadığımız sonuçların uyumsuzluğudur…

                Demokrasinin başarı şansı, yönetenlerle yönetilenlerin uyumlu birlikteliğinden geçer. Şayet yönetenlerle yönetilenlerin dil uyumsuzluğu varsa, yönetilenlerin katkı ve talepleri yönetenlerce dikkate alınmayıp, yönetenler ‘ben bilirim’ havasında giderlerse, sonuç aynen bizde olduğu gibi çıkar…

                Yaşadıklarımızdan, siyasetçilerimizin toplum talepleri karşısında verdikleri kızgınlık ifade eden yanıtlarının arka yüzü insanı ürkütüyor, korkutuyor.                                                                                  Örneğin:

     ‘Anamızı ağlattınız’ diye sızlanan ziraatçı bir yurttaşa; ‘Ananı da al git!’ diyebiliyoruz.

                Sigara ve içki zammına tepki gösteren yurttaşlara; ‘Sigara içmeseniz de olur!’ diyebiliyoruz.

                Tutuklulukların cezaya dönüştüğünü söyleyip, mahkemelerin uzun sürdüğünden yakınırsak, ‘Siz de suç işlemeyin!’ diyebiliyoruz.

                Gençlerimiz, ‘Parasız eğitim istiyoruz!’ dediklerinde,  onlara aylarca hapis cezasını reva görebiliyoruz.

                Yapılan zamlara karşı, ‘ İşçiye para vermedin, Memura para vermedin Üzüme İncire para vermedin, tütün zaten Amerika’dan geliyor, bu zamlarda nerden çıktı?’ desek: ‘Bu yapılan zam değil, güncelleme’ denebiliyor.

                Bunlar alenen söylenenler, işin asıl kötü yönü, yönetenlerce düşünüldüğü tahmin edilen, akıldan geçen, ama söylenemeyenlerdir.

                Örneğin:

                ‘Öğrenciler Öğretmen, Öğretmenler ise atama bekliyor’ desek: ‘Okumasanız da olur! Okursanız ne olacak?’ diye düşünenler olabilir.

                Emekliler, ‘Emekli maaşlarımız çok düşük, geçinme zorluğu yaşıyoruz, maaşlarımızı bir miktar artırın’ deseler: ‘Emekliler zaten çok yaşıyorlar’ diye düşünen yöneticilerimiz olabilir, oldu da.

                ‘Kaçak, Sigortasız ve Taşeron kanallı işçiliğe son verilsin’ desek: ‘Sana istediğin gibi iş bulmaya mecbur muyuz?’ diye aklından geçiren yöneticilerimiz olabilir, oldu da.

                Kanser hastası kimi yurttaşımız Doktor ve ilâca ulaşmakta zorluk çekiyor dense: ‘Onlar da hasta olmasaydılar’ diye içinden geçiren yöneticilerimiz olabilir.

                Yoksulluğu engelleyin, yoksullara yardımı daha insani yapın dense: ‘Onlarda çok çalışıp, yoksul kalmasalardı’ diyen yöneticilerimiz olabilir.

Terör örgütü taraftarlarının ağzından (Milletvekili olsalar bile) Terör örgütünü ve örgüt katliamlarını kınayan tek kelime çıkmıyor, hatta terör örgütüne sahip çıkıyorlar. Onlara, ‘geliniz, bir kerecik olsun, bölgenizdeki toprak ağalığına, aşiret yapısına, şeyhliğe, tarikat örgütlenmelerine ve sizleri de esir alan Feodalite ve teröre birlikte karşı çıkalım’ desek: ‘biz de terörü güncelliyoruz, ağamızın, şeyhimizin başımızın üstünde yeri var’ diye düşünen pek özgürlükçü ve Demokrasi yanlısı(!) Partilerimiz, milletvekillerimiz olabilir.

‘Terörle mücadele de yaparız, müzakere de’ diyenlere: ‘İyi de; bu memlekette yaşayan yurttaşlar olarak, konuşulanlardan bizim de haberimiz olsun’ desek: ‘O cüce aklınla haberin olsa ne yapacaksın?’ diye düşünen yöneticilerimiz olabilir.

Kendi dertlerimizi halletmişiz gibi, Somali’yle, Mısır’la, uğraşırız. NATO’ya rest çekeriz, ertesi gün NATO gücüne katılarak Gaddafi’ye vururuz. Suriye’yle ortak Bakanlar Kurulu toplantısı yapıp, üç gün sonra Suriye yöneticilerine düşman oluruz. Buna, Diplomaside akıl yitimi denebilir.

Bütün bunları bu ülkenin insanları yaşarken, ülkede kan ve gözyaşı sürerken, ‘etrafımızda sıfır sorun’ deyip, ilgisiz işlere burnumuzu sokarak hırlaşırken, birilerinin yalancı pofpoflamalara kanarak, Dünya liderliğine, bölgesel güç olmaya, İmparatorluk hayalleri kurmaya kimin ne hakkı olabilir acaba?

Türkiye’yi yönetenler bu ülkeye hayallerden değil, daha yakından ve ülke gerçeklerinden bakmalılar. Anadolu’nun kimi yörelerinde söylenen bir söylem var, bu söylem der ki; Kendi b…nu dördün de, başkalarınınki mi kaldı?

Demokratik Diyalogun yolu, astarla yüzün aynı olmasından geçer!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.