PROJE OKULLARI HEP VARDI AMA FARKLIYDI.

PROJE OKULLARI HEP VARDI AMA FARKLIYDI.

Kolej piçleri” olmadığımızı, nedenleri ve delilleri ile anlatmaya çalıştığım ilgili, ilgisiz, alaka, kel alaka onlarca kişi oldu bugüne kadar.1950’li yıllar. Demokrat parti iktidardadır. “Her mahallede bir milyoner” çalışması hızla sürmektedir.

PROJE OKULLARI HEP VARDI AMA FARKLIYDI

Ersin ERDOĞAN
Okullar arası müsabakalarda bize karşı yapılan en can acıtıcı tezahürat “Kolej Piçleri” idi. Bu söz üzerimde derin izler bırakmış ve sayısını hatırlayamadığım kadar çok sözlü tartışmaya ve kavgaya sokmuştu beni.

1950’li yıllar. Demokrat parti iktidardadır. “Her mahallede bir milyoner” çalışması hızla sürmektedir. Ancak milyoner olabilmek için üretmeleri ve ihraç etmeleri gerekmektedir.
Üretebilmek için know-how almak zorundalar. Alırken de doğrusunu almak zorundalar. Doğrusunu anlamak ve almak için ise lisan bilmek zorundalar.
O yıllarda yabancı dil bilen insanların kıymeti daha da iyi anlaşılmış.
Osmanlıdan gelen alışkanlık ile o günlerde tercümanlar, ticareti bilmeyen ve yapmayan entelektüel ve aydın kesimin tercihi Arapça, İtalyanca ve Fransızca bilen aristokratlar haricindeki işadamları için ikinci sınıf insan muamelesi gören, genellikle yabancı uyruklu hizmetçiler veya devşirmeler imiş.
1950’li yılların ortasında 2. Dünya savaşına girmeyen Türkiye’nin elinde biriktirdiği stoklar hızla tükenmiş, dış yardımlar azalmış, insafına sığınılan Amerika ise yardım değil sadece kredi veriyordu ve karşılığında kurduğu askeri üsler yoluyla da ülkemize yerleşip, alacağını garanti altına almaya çalışıyordu.
Dış borcun artmaya başladığı o dönemde kredileri ödeyebilmek için ya imalata dayalı ihracat yapacaktınız ya da önemli yerlerde Amerikan üsleri vererek sözde bağımsızlığınızı idame ettirecektiniz.
O yıllarda, önce devletimiz sonra yurttaşlarımız, ülke bağımsızlığının ve zenginliğinin savaş yapılarak değil, üretim ve ihracat yapılarak elde edileceğini en nihayetinde idrak etmişlerdi.
Devlet fabrika kurup üretim ve ihracat yapmaya kalksa; başına veya önemli mevkilerine yabancı dil bilen birilerini ya da gayrimüslimleri getirmek zorunda idi.
Oysa daha 1945’li yıllarda iş adamı gayrimüslimlerin ellerinden malları vergi adı altında zorla alınmış ve Aşkale’ye sürgüne gönderilmişlerdi. Onların ellerinden alınan mal, devlet kasasına çok az fayda sağlarken o devrin uyanıklarına peşkeş çekilmişti.
Devlet Bakanlığı yapmış bir yazar olan Yılmaz Karakoyunlu; “Salkım Hanım’ın Taneleri” adlı romanında o günlerin gerçeğini yazmış, sapın samana, çakalın kurda, salağın uyanığa, cahilin entelektüele nasıl üstünlük sağladığını anlatmıştı.
O günlerde Türkiye’de ünü yurtdışına taşmış Robert Kolej, Talas Amerikan Koleji, Dam de Sion gibi okullar vardı. Bu okulların idaresi hem yabancıların elindeydi, hem de paralı olduklarından ancak zengin çocukları okuyabiliyordu. En önemlisi de kabul ettikleri öğrenci kontenjanlarının son derece düşük olmasıydı. Daha ziyade İstanbul ve civarında yaşayan zenginlerin, yabancı diplomatların veya Türk vatandaşı gayrimüslimlerin çocuklarına hitap ediyorlardı.
Anadolu’da doğmuş ve ilkokul eğitimini tamamlamış bir çocuğun bu okullarda okuyabilmesi hayaldi. Oysa memlekete yabancı dil eğitimli, iyi yetişmiş beyinler gerekliydi. Bu işin tek çaresi de Anadolu’da yetişmiş, Atatürkçü ve milliyetçi Türk gençlerinin bu okullarda eğitim almaları idi.
Ya yabancıların ellerinde ki okullar millileştirerek amaca ulaşılacaktı ya da devlet eliyle yabancı okullar düzeyinde ve aynı eğitim programında okullar açılacaktı.
Düğmeye basıldı. Hem yabancı kolejler millileştirildi. Hem de ilk üç Maarif Koleji sırasıyla 8 Ekim 1955 de Eskişehir’de, 22 Ekim 1955 de İzmir’de, 8 Aralık 1955 de Samsun’da açıldı. Bunları diğerleri takip etti.
Bu okullara öğrenci almak için ülke genelinde yapılan yerel ve merkezi imtihanlarda sorulan sorular bilgi ve kültür ağırlıklı değil, zekâ seviyesini ölçen genel yetenek soruları idi.
Önemli olan ise bu imtihanların sosyal tarafıydı. İlkokul beşinci sınıfı bitiren herkes; işçi, çiftçi veya zengin çocuğu denmeden aynı sınava kabul ediliyordu.
Sınavı kazanan çocuğun ailesi fakir ise ayrıca parasız yatılı sınavı olmadan ve öğrenci velisinden herhangi bir ücret talep edilmeden “Parasız yatılı” olarak okula kaydediliyordu. Şayet çocuğun velisinin maddi durumu elveriyorsa son derece az miktarda ve taksitle ödenebilen ücretlerle barınma ve yemek masrafları talep edilerek eğitim veriliyordu.
Bizim okulumuzda da öğrenim gören işçi, çiftçi ve memur çocukları vardı ve hemen hepsi de “Parasız Yatılı” hakkından faydalanıyordu.
Devlet, parasız yatılı okuyanların giderlerinin tamamını karşılarken bir de onlara haftalık cep harçlığı veriyordu. Paralı okuyanların son derece cüzi olan giderlerinin ise önemli kısmını sübvanse ediyordu. Veliden bir yıllık yatakhane ve konaklama için alınan paranın miktarını şu şekilde örneklemek isterim:
1978 yılında 3 taksit halinde ödenen para 3bin750 lira idi. O yılda en güzel bir takım elbise 700 lira idi. Yani 5 takım elbise parası. Bugün vasat bir takım elbise 2Bin500 lira. Yani bugünün 12Bin500 Lirası’na 9 ay boyunca üç öğün yemek, barınma ve eğitim ihtiyacımızı ailemiz ve devletimiz karşılıyordu. Günümüzün yarım asgari ücretine bir kolej öğrencisi 1 yıl boyunca yediriliyor, yatırılıyor ve eğitiliyordu.
İşte o günlerde ailelerimizin bizleri okutmak için ödedikleri bedel buydu.
Bir işçi ailesinin bile rahatlıkla ödeyebileceği bu bedeli o günlerde maddi durumu iyi denilen aileler ödüyordu. Ailesi işçi, memur, öğretmen olan öğrenciler ise para ödemedikleri gibi bir de haftalık cep harçlıklarını devletten alıyorlardı.
Sınıfımızda 29 dönemimizde A ve B şubesi olarak toplam 62 öğrenci idik. Okuduğumuz 7 yıl boyunca kimin babası okul taksiti ödüyor, kimin babası ödemiyor, kim parasız yatılı okuyor kim paralı okuyor, kim cep harçlığı alıyor kim almıyor inanın bilmezdik. Sormazdık da. Okul idarecileri bu konuyu son derece gizli ve onurlu bir şekilde yürütürlerdi.
Yani sanıldığı gibi bizler aileleri çok zengin ve ödeyebildiği yüksek meblağlar karşılığında kolejlere kabul edilmiş “Piçler” değil, imtihanlar sonunda zekâ ve yeteneklerimiz ölçülerek alınmış, Anadolu’dan gelmiş, fakir veya zengin; tembel veya çalışkan, ama zeki ve yetenekli çocuklardık.
Özellikle İngilizce-Almanca, matematik, fen bilgisi, kimya ve fizik öğretmenlerimiz ya yabancı ya da ülkenin en önemli üniversitelerinden mezun olmuş, yurt dışında yüksek lisans veya dil eğitimi almış üst düzey kişilerdi. Sosyal bilimler, Edebiyat vb öğretmenlerimizde alanlarında yüksek deneyimli kitap yazmış eğitmenlerdi.
1975 yılında Süleyman Demirel'in başkanlığında AP-MSP-MHP-CGP partileri ile kurulmuş “Milliyetçi Cephe hükûmeti” nin günümüze benzer siyasi politikaları ile “Kolej” isminden rahatsız olan lobileri memnun etmek için “MAARİF KOLEJİ” adındaki okullar 1977 yılında “ANADOLU LİSESİ” oldular.
Okulumuzun adı Anadolu lisesi olsa da “Kolej Piçi” denilerek uğradığımız hakaretlere ve itilmişliğimizi başarılarla karşılayıp Türkiye çapında derece yaparak üniversitelere girmiştik.
62 öğrencinin tamamı üniversiteleri kazandı. 1 Uçak Mühendisi, (14 ü profesör olmak üzere)18 Tıp doktoru, 9 Mühendis, 12 Ekonomist, 12 İngilizce Filoloji, 3 Kurmay (1 Havacı-2 Karacı) Asker, 2 Denizcilik Fakültesi, 2 Mülkiye (Vali), 1 Hukuk (Savcı), 1 Sosyolog, 1 Heykeltraş topluma kazandırdık.
Bizim okulumuzda bir Proje Okuluydu. Ancak öğrencisini, idarecisini ve eğitmenini mülakat ile değil liyakatle seçen ve elinde DEVLET BABA şefkati ile ücretsiz yedirip, yatırıp, eğitip, kollayıp koruyup %100 başarı ile mezun eden okullardan biriydi.
(Ocak 2007-Bizim Hababam-Ersin Erdoğan Kitabından alıntıdır.)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.