LAİKLİK ve HACE BEKTAŞİ VELİ DERGAHI ÜSTÜNE!
Hace Bektaşi Veli bir mecusi derviştir. Müslüman olmadığı neredeyse kesindir. Tıpkı o dönemde Anadolu'ya yayılmış diğer derviş ve misyonerler gibi o da mani dini mensubu bir keşiştir. Hakkında uydurulan resmi hikayeler hiç bir şekilde tutarlılık arz etme
LAİKLİK ve HACE BEKTAŞİ VELİ DERGAHI ÜSTÜNE!
Bülent BAŞARAN
Türkiye Cumhuriyet'i Devleti 20 Kasım 1925 tarihinde yayımlanan 677 Sayılı Kanun ile namaz kılınabilecek cami ve mescitler dışında tüm tekke, zaviye, dergah ve türbeler kapatılarak yasaklanmıştır. Bununla da kalmamış; şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, muskacılık gibi unvan ve sıfatların kullanılması da engellenmiştir. Resmi rejim bu kuralı başlangıçta çok sert tedbirler eşliğinde uygulamış olmasına rağmen, sonradan sonraya bu kanun tamamen sadece kitaplarda yazan ve fakat fiilen hiç bir şekilde uygulanmayan bir hale gelmiştir.

Bu kanun bir kaç şekilde ele alınmalıdır. Birincisi kanunda geçen "cami ve mescit dışında" ifadesi yanlı bir ifadedir. Bu rejimin nasıl salt Sünni İslam anlayışı üstüne kurulduğunu göstermektedir. Namaz temel ibadet kabul edilmiş, bunun dışında ibadet biçimlerine sahip olan tüm inançlar yok sayılmıştır. Bu ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, seküler laiklik savunucusu Kemalist-Atatürkçü kesim diğer cemaat yapılanmalarına mesafeli ve hatta saldırgan bir tutum takınırken, Kırşehir'deki Hace Bektaşi Veli Dergahına karşı iki yüzlü bir tutum içinde olmuştur. Diğer dergahları "Cumhuriyet düşmanı" ilan ederken, bu dergahı nasıl olduysa "Kemalist" ilan etmiştir. Bu riyakar tutum on yıllardır devam etmektedir. Bir Cumhurbaşkanı, Başbakan, vekil yada muadili bir devlet yetkilisi sair bir dergah yada cemaate yakınlık gösterince taşa tutulmakta, lakin Hace Bektaşi Veli anma törenlerinde konuşma yapınca ayakta alkışlanmakta ve kimse sesini çıkarmamaktadır.
Bu konu özenle incelenmesi gereken bir konudur. Eğer tekke ve zaviyeler laikliğe aykırı kurumlar ise bu dergaha da aynı tutumun sergilenmesi gerekir. Lakin görünen o ki, rejim Alevilik konusunda arada kalmış durumdadır. Çünkü Alevilik yapısı gereği onlara kesin bir tutum alma imkanı vermemektedir.
Alevilik, İslami bir yapıya sahip olmadığı için şeriat gibi, laiklik karşıtlığı gibi, halifelik gibi bir savunu içinde değildir. Lakin onun bu hali laik cumhuriyet için bir tehlike oluşturmamakla birlikte sisteme entegrasyonunu zorlaştırmaktadır. Bunun için ise Kemalist ideologlar Aleviliği Türklük üzerinden sisteme entegre etme yolunu tercih etmişlerdir. "Aleviler gerçek Türklerdir.", "Alevilik Türk Müslümanlığıdır.", "Aleviler eski Türk inançlarının İslami yorumudur." gibi gerçekle alakası olmayan, uydurma ve kasıtlı tanımlamalar yapmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri izlenen politika budur. Aleviler, Türklükle ilişkilendirilmektedir. Dolayısıyla da Hace Bektaşi Veli, bir Türk dervişi olarak kutsanmakta, rejim için "tehlikesiz şeyhler" sınıfına sokulmaktadır. Halbuki laiklik ilkesi açısından Menzil dergahı ile Kırşehir'deki dergah arasında bir fark yoktur. Onları farklılaştıran rejimin iki yüzlü tutumudur.
Kemalist-Milliyetçi çizgi Aleviler ile Türklük arasında böyle bir korelasyon kurarken, sağ-İslamcı siyaset ise Aleviler ile İslam arasındaki çizgiyi güçlendirme yoluna gitmişlerdir. Ehli Beyt ve Ali sevgisi üzerinden Alevilik İslam'a bağlanarak asimilasyon yada sisteme entegrasyon bu kanal üzerinden yürütülmüştür. "Ali'yi sevmek Alevilik ise ben de Aleviyim" diye saçma sapan ipe sapa gelmez sağ İslamcı popülist söylemler geliştirilmiştir. Alevi köylerine camiler açılmış, çocukları Kuran kurslarına özendirilmiştir. "Gerçek İslam Aleviliktir. Şimdiki İslam Emevilerin yarattığı bir uydurmadır." gibi politik söylemlerle Aleviler, Türk-İslam ideolojisinin İslam kanadına sokulmaya çalışılmıştır. Alevilere yaklaşımları açısından Kemalist-Milliyetçiler ile ümmetçi-İslamcılar arasında hiç bir fark yoktur. Nihayetinde her ikisi de Alevileri kendi yarattıkları kalıba dökmek ve şekil vermek istemektedir.
Son günlerde devletin Hace Bektaşi Veli Dergahı üzerinde oynadığı oyunlar da bu zihniyetin bir uzantısıdır. Bu zihniyeti anlamadan salt AKP hükümeti üzerinden olay tanımlanıp, rejim temize çekilmeye çalışılırsa yanlış yapılacaktır. Aleviler ve Alevilik, ne Türklüğe ne İslam'a sığmadığı için rejim sıkıntı yaşamaktadır. Bir şekilde Alevileri bu iki kamptan birine sokmak için çabalamaktadır. Resmi kanunlara göre dergah kapatılmalıdır. Kapatılamamasının nedeni Aleviliğin özgünlüğüdür. Nasıl Kiliseler Türkiye'deki Hristiyan cemaatlerine aitse, cemevleri ve Hace Bektaşi Veli Dergahı da Alevilere aittir. Nasıl kiliseler devlete/diyanete bağlanamazsa, cemleri ve Alevi dergahı da diyanete bağlanamaz. Çünkü konum olarak Türkiye'deki Hristiyanlar ile Aleviler arasında bir fark yoktur.
Hace Bektaşi Veli bir mecusi derviştir. Müslüman olmadığı neredeyse kesindir. Tıpkı o dönemde Anadolu'ya yayılmış diğer derviş ve misyonerler gibi o da mani dini mensubu bir keşiştir. Hakkında uydurulan resmi hikayeler hiç bir şekilde tutarlılık arz etmez. Tarihsel gerçeklerle bağdaşmaz. Ahmet Yesevi üzerinden yaratılan tarih ve Türklük olgusu düpedüz bir kurgudan ibarettir.
ALEVİLİK, ALEVİLİKTİR. ALEVİLİK, ALEVİLERİN YAŞADIĞI ŞEYDİR.
KİMSE ONLARA DON BİÇMEYE ÇALIŞMASIN!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.