TELEFERİĞE BİN(E)MEYEN ŞAİR

TELEFERİĞE BİN(E)MEYEN ŞAİR

Sözüm, Özer Karadağ’a, (belediye kültür müdürüne ki, hemem hemen kültür müdürlüğü işlerine bakanların çoğunluğu, kültürü “mantar kültürcülüğü” ile karıştırırlar ve bu konuda hayli donanımsızdırlar.) beyefendi, edebiyat hakkında hangi birikimi edindiniz v

 

TELEFERİĞE BİN(E)MEYEN ŞAİR

Yazar : Gökhan AKÇİÇEK 

 
Bu şehirde yaşamamın ya da tatlıya tuzluya karışmadan yaşamaya çalışmanın da bir bedeli varmış. Olsun! Hayatı güzelleştiren onca ayrıntının içinde sen gel de, kör göze parmak misali koca ormanda, binlerce ağacın içinde baltayı taşa vur… Olur, mu olur… Algı körlüğüne tutulmak, hayattan münezzeh olmak, zamanımız insanının belirgin özelliklerinden sayılıyor artık. Şaşırmamak gerekiyor. Geldiğin yer, kapladığını sandığın alan tıyniyetinle eş değerse yapılacak bir şey de yok demektir. Allah sağlık sıhhat versin. Kişi, gelişiminin kültürel evresini tamamlamadan hayata karışırsa, maazallah azem tebessümü ile tanınır olur.

Efendim, gelelim meramımıza. Onca lafı eğip bükmeden söylemek, mektubu doğruca adresine postalamak gerekiyor. Bize yakışan da budur. Kimseyi incitmemek, sarakaya almamak, suimisaldan kaçınmak, her kalem erbabının karakteri olmalı.   

 

Edebiyata gönül vermek, ona hizmet etmek ancak ve ancak ömrünü o alana vakfetmekle mümkündür. Yirmi yıldır iyi kötü bu mecraya tüm enerjimi, mesaimi ve alın terimi döktüm. Yaptığım ve gerçekleştirdiğim edebiyat odaklı eylem ve yapıtları yeniden dile getirip listelemek, bir edebiyatçı için abesle iştigaldir. Eserinizi verip, kenara çekilirsiniz. Gördüğüm terbiye, aldığım feyiz bundan başkasını mümkün kılmıyor. Daha yolun başında, edebiyata edepten gidildiğini öğrendim. Takdir hissinden mahrum kalmanın, sükût komplosuna tenezzül etmenin insanı kuruttuğunu, vicdanları körelttiğini yaşayarak terennüm ettim.

 

Sanat, edebiyat ve estetikle derdi olanların dayandıkları ve tutundukları tek kaideninerdem olduğunu görüp, edebiyatçı sıfatımın dışındaki bütün kartvizitlerimi fırlatıp atmış bulunuyorum. Ömrüm bana bu sevinci tattırdı. Bu şehrin serencamına bana ait fısıltılar eklemişsem kendimi bahtiyar sayacağım. Soluğumun benden sonra da bu şehrin sokaklarında dolaşacağını, okul önlerinde, parklarda, kırlarda, koyaklarda, vadilerde, sularda ve dallarda bir yaprak gibi titreyip duracağını bilmenin hazzını hiçbir şeye değişmedim, değişmeyeceğim de…

 

İlimizin kültür birikimini devraldığım yerden daha yükseklere taşımayı birinci vazifem saydım. Hep bu topraklara olan borcumun karşılığını ödemek hem de bana emek veren anne ve babamın, yüzünü kara çıkarmak için çıktım bu yolculuğa.

 

Terör ve deprem ile hayli üzüntülü olduğumuz bir zaman dilimine denk geldi “Uluslar arası Ordu Edebiyat Festivali”. Emeği geçenleri tabii ki tebrik etmeliyiz. Ama bulundukları mevkii, icra ettikleri kamu görevini, şahsi çıkarlarına, kapris ve zaaflarına kurban edenleri de ifşa etmede bir beis görmemek gerekiyor. Tarihi bir sorumluluktur bu. Yazarın, sanatçının, edebiyat erbabının bir görevi de haddi bilmezleri açığa çıkarmaktır. Mızrağın çuvala sığmayacağı da gün gibi aşikârdır.     

 

Gelelim meramımıza. Bu yılki edebiyat festivaline yazar ya da şair olarak dâhil edilmedim. Yani, adımın orada, o listede olmasından rahatsızlık duyan hazirun varmış. Önceleri pek inanmak istemedim, doğrusu kulakta asamadım desem yeridir. Ama eş, dost, arkadaşlar ve şiirle, yazıyla bir ünsiyeti olanlara da bu durumu açıklamakta güçlük çektiğimi belirtmeliyim.

 

Bürokratın görevi ve işlevini yeniden hatırlatacak değilim. Bir şehri yönetiyorsanız, duyarlı olacağınız konular, danışacağınız kurum ve kişiler vardır. Bu kıstas, görevini hakkıyla yapan her makam için geçerlidir. Birikiminiz, konumunuz, ilgi ve beceri alanınız her konuyu kapsamayabilir. Ama iş edebiyat, şiir ve sanat olunca hizanı ve haddini bileceksin. Kamu vicdanı, taşra politikacısı kurmazlığına bürünmeyi bir halt sanan zihniyetin gelip toslayacağı bir duvar olarak duruyor.        

 

Ömrümün yirmi yılını ülkemiz edebiyatına dolayısı ile şehrimizin kültür birikimine kattı sağlamakta harcadım. Modern şiirimizde, (yurdumuz ölçeğinde) söz sahibi olmamızda âcizane ve belirgin payım oldu. Bunu yadsımak, bu birikime ve emeğe saygısızlık etmek kimsenin harcı olamaz, olmamalı da. En başından beri edebiyat eksenli tüm faaliyetlere yaptığım hizmet, ilimizin kültür envanterinde yerini aldı.

 

Edebiyat festivaline davet edilmemem, inanın hayıflanacağım bir durum değildi. Kabullenemediğim, ilimiz kültür hayatına yapılan bir suikasttır. Festival komitesinin yetkili kişisi, bu yılın ortalarında (Şinasi Tepe) adımın festival listesinden çıkarttırıldığını söyledi bana. Gerekçesi ise oldukça trajik… Efendim, neymiş, ben bir dostun yazıhanesindeki sohbetimde teleferik için “keşke mahkeme kararını bekleselerdi” demişim. Orada olan bir zatı muhterem, (seksen yaşına yaklaşıyor) bu konuşmayı gidip belediyeye gammazlamış. Belediye Kültür işleri müdürü Özer Karadağ da, hemen başkan Seyit Torun’a iletmiş, bu önemli ayrıntıyı. Vay sen misin öyle diyen, hemen listeden adım karalanmış. Güler misin ağlar mısın? Nereden bakarsanız bakın, kindarlığın geldiği boyutu görebilirsiniz. Şehrimizi emanet ettiğimiz insanların uğraştıkları mesele, vizyonlarıyla örtüşüyor adeta.

Söyleyecek sözüm tabiî ki var. Beyler, bu kalemi elime kimse tutuşturmadı. Yılların alın teri ve emeği ile oluşturdum yazdıklarımı. Ülkemiz edebiyatı içinde kendime yer edebilmek için gecemi gündüzünü heba ettim. Bu çabalarım sonucu, cumhuriyet tarihiz de, Milli Eğitim Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı yayınlarından ilk edebiyat kitabı yayınlanan isim oldum. 1992 Yılı Milli Eğitim Bakanlığı Çocuk Kitapları Ödülü175 eser arasından bana verildi. 1995 Yılı Türkiye Yazarlar Birliği Çocuk Edebiyatı Yılın Yazarı Ödülü de adımı taşıyor. Yine, ilk defa bir Ordu’lu olarakders kitaplarına alınan şair ve yazar oldum. Hakkımda yurt içinde ve dışında 5 üniversitede yüksek lisans tezi yapıldı. Ülkemizde ve yurt dışında yapılan uluslar arası 5 etkinliğe, ilimizden davet edilen tek yazar oldum. 20 kitap yayınladım, kitaplarımın toplam baskısı 100.000’ i aştı. Son beş yıldır ise ülkemizin 100’ü aşkın okulunda “okuma kültürü” üzerine konferanslar verdim.                 

        

Sözüm, Özer Karadağ’a, (belediye kültür müdürüne ki, hemem hemen kültür müdürlüğü işlerine bakanların çoğunluğu, kültürü “mantar kültürcülüğü” ile karıştırırlar ve bu konuda hayli donanımsızdırlar.)  beyefendi, edebiyat hakkında hangi birikimi edindiniz ve edebiyat için nasıl bir bedel ödediniz ki, şehrimizin edebiyatçılarını tasnifleme cesaretini kendinizde buluyorsunuz. Sanat, edebiyat ve estetik hakkında dimağınızdaki birikimi yansıtacağınız bir makaleniz var mı sizin? Bu şehri sahiplenme hakkını kimden aldınız. Kesenizden yapacağınız her tasarruf helalinizdir, ama kamu kaynaklarını kullanırken adil olmak zorundasınız.  Bu düpedüz cahil cesaretidir.

 

Bu kifayetsiz muhterislerin harcıdır ancak. Kindarlığı yaşanır kılmak bu olsa gerek. Kötülük üretmeye teşne olmanız, edebiyat birikiminizle de ölçülüyor kolayca. Özer bey, bu senin boyunu ve çapını aşar. Çünkü senin tarihin olmayacak, hiçbir bürokratın olmadığı gibi… Ders kitaplarında benim şiirlerini defterine yazan torunlarına şunu diyebilirsin ancak: “ evet, bu ismi festival listesine ekletmedim” Onlar san ne der bilmiyorum.   

 

Özer Karadağ’ın kırdığı yumurtaların haddi hesabı yok. Geçen sene festival kitapçığında sualtı fotoğrafları ile yer alan TRT belgeselcisi Tahsin Ceylan, festivalin bitiminde belediyemize bir projesini sunmuş. Birkaç arkadaşı ile Ordu’ya gelip, şehrimizin su altı zenginliklerini belgesel olarak çekmeyi teklif etmiş. Belediyemizden sadece 10-15 gün sürecek konaklama masraflarına katkı istemiş. Projeye önceleri olumlu bakılmış, aksilik ya, bir süre sonra Antalya havaalanında Tahsin ceylan ile Özer Karadağ karşılaşmış. Tahsin Bey o hengâmede Özer beyi fark edip selam verememiş. Vay sen misin Özer beyi tanımayan, hop proje Özer bey tarafından iptal edilmiş. İlimizin su altı zenginliklerinin belgeseli de bu haliyle sumen altı olmuş. Durun bitmedi…  Belediyeden emekli halk şiiri tarzıyla şiirler yazan, samimi gördüğün, baba dostu bir ağabeyin 4. kitabına bir “giriş” yazısı yazdım. Şair ağabey anılan kitabından Özer Bey’e (makamında bulamadığı için) imzalayıp bırakmış. Birkaç gün sonra ise, karşılaştıklarında, ağabeye hitaben Özer bey şöyle mırıldanmış: “kitabından belediye için satın alacaktık fakat kitapta Gökhan Akçiçek’in yazısı olduğu için almadık”… Buyurun buradan yakın. Şehrimiz kimlere emanet. Ordu kültür şehriymiş! Öyle mi?

 

Bu zihniyetin yanında duran, bu Vandallığın seyircisi olan herkesi kınıyorum. Bu şehirde tek başıma kalsam da bu art niyetlileri her ortamda afişe edeceğim. Bu cinayete, bu yok saymaya susarak destek olan tüm dost ve arkadaşlarımı tekrar gözden geçireceğim. Onlarla olan ilişkimi zamanla azaltacağım. Vicdanlarıyla baş başa bırakıyorum onları… Edebiyata, sanata, adalete ve erdeme inananlara ve sarılanlara, gönlümün kapılarını sonuna kadar açacağım. Böyle biline…

 

Bir sözüm de ilimiz sanat üretenlerine, bundan sonra Özer Karadağ’ı her gördüğünüz yerde yakanızı ilikleyin ve saygı duruşuna geçin, yoksa haliniz duman. Belediyenin hiçbir etkinliğinde yer alamazsınız, benden söylemesi…      

 

Son sözüm, belediye başkanımız Seyit Torun beye ”kılavuzu karga olanın burnukokudan kurtulmazmış…”            

 

(Not: Bu yazı festival öncesi kaleme alındı. Yayınlamak için bazı bilgileri teyit etme ihtiyacı duydum. Sonuç doğrulanınca da, festival sonrasının hafta başında, bu meselelerin ayrıntılarını öğrenmek üzere Seyit Torun beyi telefonla aradım, görüştük, il dışında imiş, geldiğinde bana randevu vermesini talep ettim. Olur dedi. Aradan bir hafta geçmesine rağmen beni arama zahmetine girmedi. Ben de yazıyı yayınlamak zorunda kaldım. Kamuoyuna saygıyla duyurulur…
)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum