Sessiz ve Ağır Kalem Mithat BAŞ

Sessiz ve Ağır Kalem Mithat BAŞ

7 Ekim Cuma saat: 14.00 suları, Serüven kitapevinin üst katına çıktım. Amacım biraz soluklanmak, birkaç bardak çay içmekti. Kasada Ergül, başını kaşıyacak vakti yok, geldiğimi bile fark etmedi. Öğrenciler, gençler cıvıl cıvıl, arı kovanı gibiydi o gün Ser

 

ORDUNUN SESSİZ VE AĞIRBAŞLI KALEMİ: MİTHAT BAŞ

 Yazan: GÖKHAN AKÇİÇEK

 Uzun yıllar kamuda çalışmanın kazandırdığı bir alışkanlık olsa gerek, Cuma günlerini çok severim. Mesainin son günüdür, size ait kırk sekiz saatlik bir zaman dilimine açılan bir kapıdır Cuma…

7 Ekim Cuma saat: 14.00 suları, Serüven kitapevinin üst katına çıktım. Amacım biraz soluklanmak, birkaç bardak çay içmekti. Kasada Ergül, başını kaşıyacak vakti yok, geldiğimi bile fark etmedi. Öğrenciler, gençler cıvıl cıvıl, arı kovanı gibiydi o gün Serüven. Bir yazar olarak bundan mutlu bir tabloyu çok az gördüm bu şehirde. Gençleri, delikanlıları, kızları, nerdeyse her yaştan insanı, kitap karıştırırken ve alırken görmenin verdiği gönenci anlatamam. 

Ergül meşgul, tezgâhın arkasına geçip bir çay koydum kendime, bir yandan çayımı yudumluyor bir yandan da insanları izliyorum. Kitap okuyanların ya da kitaba hayatlarında yer verenlerin yüzünde farklı bir mutluluk, kendini belli etmeden yayılıyor dünyaya. O gün bunu bir kez daha gözlemledim. Bununla da kalmadı, 25’ini yeni aşmış bir delikanlı aldığı kitabın parasını öderken Ergül’e bir şeyler de sordu. İster istemez konuşmalarına şahitlik etmiş oldum. Kitabı satın alan genç, Mithat Baş’ı soruyordu, “nerde görebilir” diye. Elindeki kitaba dikkat ettim: 2.baskı kapağıyla “Umutlar Tükenince” . Boşalan çay bardağını tezgâhın üzerine bırakmak için ilerlemiştim, geri döndüm, genç, kitabın parasını ödemiş dışarı çıkıyordu. Peşinden ben de çıktım, hızlı adımlarla, Ulusoy yazıhanesinin önünde yetiştim ona. “İstersen dedim, Mithat ağabey ile görüştüreyim seni, yakınlarda ise kitabını da imzalatırsın.” Şaşırdı, sevindi, “tabii olur” dedi. Hemen telefona sarıldım, bir okuruyla tanıştıracağımı, öğretmevinde ise yanına geleceğimizi bildirdim. Yazık,  Mithat ağabey Mesudiye’de imiş… 

Yıllardır bir hayalim vardı. Yolculuklarda, başka bir şehirde, kitaplarıma, okuyucusunun elinde rastlayacak mıydım acaba… O okuyucuyu uzaktan seyredecek, kitabımı okurken yüzünün aldığı ifadeleri, mahcuplukla karışık bir duyguyla izleyecektim. Hiç denk gelemem böyle bir enstantaneye diyordum. Yanılmışım, iki kez yaşadım bu duyguyu. Birincisinde, 2005 yılıydı. Sakarya’da “Okuyan Şehir” etkinliklerine davet edilmiştim. Orada ilk defa yüz yüze tanıştığım bir yazarla, karşılıklı kitaplarımızı imzalamıştık birbirimize. Etkinliklerin devamındaki günlerin birinde, o yazarı, misafirhane bahçesinin uzak ve ıssız bir köşesinde, bir ağacın altına çektiği sandalyesine oturmuş, “İnce Hüzünler Senfonisi” isimli şiir kitabımı okurken gördüm. Dünyadan, evrenden uzaklaşmış bir ruh haliyle kitabımı okuyan o yazar Ayşe Kilimci idi. O zaman şunu da fark ettim, bir okuyucu ile bir yazarın kitap okuması bile değişikti. Okuyucu, kitabı anlam derinliğinde okurken, yazarın, o metnin içinde adeta eridiğini gördüm. Okuyucunun elinde kitap bir nesne gibi dururken, yazarın elinde, sanki gövdesinden bir parçaymış gibi duruyordu. Abarttığımı sanacaksınız ama inanın öyleydi. İkinci sahne ise, Ordu Milli Eğitim Müdürlüğü’nün koridorlarında yaşandı. Akyazı Çamsan ilköğretim okulu beden eğitimi öğretmeni Aysun Kösehanımefendiye rastlamıştım. Bir bürodan çıktı, selamlaştık, elinde, “Denizlere Söylenen Şarkı”. Buna benzer tecrübeler yaşayan diğer yazar arkadaşlarımın da anılarını mutlaka dinlemek isterim. Yazıp paylaşsınlar bizlerle… 
 
 

Mithat Baş ağabeyle tanışıklığım yeni sayılır, üç dört yıl ancak oldu. Daha önce yayınlanan “Mesudiye” ve “Ordu Yöresinde Oğuz Boyları” isimli, Ordu tarihi ile ilgili kitaplarından haberdar idim. “Umutlar Tükenince” yi ilk çıktığında, geçen yıl imzalayıp hediye etmişti bana. Mithat ağabey ve “Umutlar Tükenince” üzerine yazmayı, yazarlığımın bir namusu olarak görüyordum. Çünkü çoklukla başvurulan “sükût komplosu”, benim tarzım değildi. Ömrümün hiçbir anında, kültür sanat, edebiyat ve güzel sanatlar adına değer üretenleri görmezlikten gelmenin, yok saymanın ve bigâne kalmanın utancını taşımak ve yaşamak istemedim. Geçte olsa bu sorumluluğun gereğini yerine getirecek fırsatları, aradım, yokladım hep. 

Umutlar Tükenince” bir dönem romanı. Mithat Baş ağabey, öznel tarihinden yola çıkarak, gölgemiz coğrafyasında yaşanan olaylara, gerçeklik perspektifinden yaklaşarak yazmış,  “Umutlar Tükenince” yi.  Roman, okuyucuyu, yüzyılın henüz başına, 1910-1920 yılları arasına, Mesudiye, Zile, Çambaşı üçgenine götürüyor. Bilal ve Mesdi’nin hazin ama onurlu dramına çağırıyor. Yazar, tarihi olayların arka planında kendi aile öyküsünü, senaryo tekniğine uygun bir dille anlatmış. Yöremiz için bulunmaz bir nehir roman oluşmuş. İkinci baskısının da tükenmek üzere olduğunu öğrendim. Sanırım yakında 3.baskıya girecek kitap. Mithat Baş ağabey ve romanı üzerine yazmama o genç vesile oldu. Minnettarım o gence. 

Valimiz Orhan Düzgün, kitabı mutlaka okuyacağını bildirmiş Mithat ağabeye. Ne güzle bir incelik. Acaba, Kültür Bakanımız Ertuğrul Günay’ın bu romandan haberi var mı? İşlerinin yoğunluğundan dolayı gözündün kaçmış olabilir. Birileri mutlaka Ertuğrul Günay beyi haberdar etmeli. Çünkü bu romanın filme çekilmesi, ilimizin tanıtımı açısından bulunmaz bir fırsattır. İlimiz politik anlamda da en etkili dönemini yaşıyor. İki tane bakanımız şuan görevde. İçişleri Bakanımız, İdris Naim Şahin beyin de bu teklife sıcak bakacağını düşünüyorum.  Sinema sektöründe ise oldukça etkili isimlere sahibiz. Finansmanı Kültür Bakanlığımızın bünyesinden, mevzuata uygun kaynaklarla sağlanabilir. Ordulu iş adamlarımızın katkısı organize edilebilir. Valimiz Orhan Düzgün bu projeyi detaylandırmak için girişimlerde bulunabilirse, bizlerde elimizden gelen moral desteği mutlaka sağlarız. Anlamakta güçlük çektiğim bir durumu yeri gelmişken dillendireyim. Politikacılarımızın, özellikle milletvekili ve bakanlarımızın danışmaları, ilimizin kültür birikimine duyarlılıkları ne oranda acaba? Pek ilgilendiklerini sanmıyorum. Mesela kitap yayınlamış herhangi bir Ordulu yazarımızı, arayıp tebrik eden bir milletvekiline şimdiye kadar rastlamadım henüz. Böyle bir durum gerçekleşmişse de onlardan özür dilemeyi peşinen üstlenirim. En önemli değerlerimiz olan kültür sanat insanlarına, sahip çıkalım lütfen. Bunu da bir lütuf değil, tarihi bir sorumluluk olarak addedelim.  

      

Mithat ağabeyi kutluyorum. Vasat, ucuz, sıradan ve derinliksiz yazıp, bir avuç suda fırtına koparanların aksine; sessiz, sakin, gündemin ve ilişkilerin uzağına mevzilenmiş. Ne mutlu ona. Eserinin önüne geçmemesini, yazdıklarının arkasına sığınma ihtiyacı duymamasını bir yerlere not edelim lütfen.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.