Ayşe HÜR:ATATÜRK’ÜN MİRASI VE VASİYETNAMESİ
Soyak’a göre, Atatürk başlangıçta tüm mirasını CHP’ye bırakmak istediyse de kendisine Medeni Kanun’un 453. maddesine göre yasal tek mirasçısı olan kız kardeşi Makbule Atadan’ın mahfuz (korunmuş) hissesi olduğu hatırlatılınca bunu önlemek için 19 Mayıs 193
ATATÜRK’ÜN MİRASI VE VASİYETNAMESİ
Ayşe HÜR yazdı
1938 yılının Eylül ayının başlarında Atatürk, karnının delinerek su alınmasını önemli ve tehlikeli bir operasyon olarak görüp, zaten beş-altı yıldır hazırlamayı planladığı vasiyetini yazmaya karar vermişti. Atatürk’ün uşağı Cemal Granda’ya göre, vasiyetnamenin müsveddesi, hukukçu Milletvekili Salah Yargı (Mehmet Selahattin Örer) ve kendisi (Granda) tarafından hazırlanmıştı. Hasan Rıza Soyak’a göre ise kendisinin hazırladığı listeyi inceleyen Atatürk, bunları ikiye ayıracağını, hayatta bulunduğu müddetçe üzerinde kalması lazım gelen para, hisse senetleri, Çankaya’daki Köşk ve eşyaların vasiyete konulacağını söylemişti. Bunların dışında kalanları Ankara’ya döner dönmez, mahalli belediyelere veya diğer kurumlara verip, gerekli işlemleri yaptıracağını belirtmişti.
Soyak’a göre, Atatürk başlangıçta tüm mirasını CHP’ye bırakmak istediyse de kendisine Medeni Kanun’un 453. maddesine göre yasal tek mirasçısı olan kız kardeşi Makbule Atadan’ın mahfuz (korunmuş) hissesi olduğu hatırlatılınca bunu önlemek için 19 Mayıs 1933’te 2307 sayılı özel bir kanun çıkartmıştı. Kanuna göre, Medeni Kanun’daki “mahfuz hisse”, Mustafa Kemal (o sırada Atatürk soyadını almamıştı) için kaldırılmış, böylece aile üyeleri ve akrabaları, kişisel mirasından yararlanamaz hale getirilmişti. Yani Mustafa Kemal mirasını dilediği gibi dağıtacaktı. (Ancak buna rağmen Makbule Hanım’a önemli miras bırakıldı, bunu bir başka sefer anlatırım.)
5 Eylül 1938 günü Atatürk, Hasan Rıza Soyak’ın hazırladığı taslak üzerinde gerekli gördüğü değişiklikleri yaparak (kendilerine aylık bağlanmasını istediği beş hanım, soyismiyle yazılmış olsa da Afet Hanım, o sırada henüz soyisim almadığından diğerlerinin de soyisimlerini kaldırmıştı; yine aynı maddede “vefatına kadar” ibaresi yerine “yaşadığı müddetçe” kaydını düşmüştü) kendi elyazısıyla vasiyetini yazmıştı. Vasiyetname, ertesi gün Dolmabahçe Sarayı’na gizlice getirilen İstanbul 6. Noteri İsmail Kunter’e teslim edilmişti.
Atatürk'ün mal varlığı
Vasiyetnamenin hazırlanmasından kısa süre önceye kadar Atatürk, ülkenin en büyük topraklarına sahipti. Arazilerinin toplam büyüklüğü 102 bin dönümü geçiyordu. Bunlar Ankara’da Atatürk Orman Çiftliği (52 bin dönüm), Yalova’da Millet ve Baltacı Çiftliği (11.500 dönüm), Tarsus’ta Piloğlu Çiftliği (8.500 dönüm), Silifke’de Tekir ve Şövalye çiftlikleri (12 bin dönüm), Hatay-Dörtyol’da Karabasamak ve Turunçgiller Bahçesi (18 bin dönüm) adlı taşınmazlardı.
Bunlardan Atatürk Orman Çiftliği’nin (AOÇ) mülkiyeti ve yüzölçümü konusunda tartışmalar vardır. Örneğin 1926 yılında Hâkimiyet-i Milliye Matbaası’nda basılan bir kitapçıkta çiftliğin yüzölçümü 80 bin dönüm olarak belirtilmekte, 1930 yılında basılan Gazi Orman Çiftliği: 5 Mayıs 1925/5 Mayıs 1930 adlı kitapçıkta ise “Bu meyanda Balkat, Ahimesut, Çakırlar, Macuni Güvercinlik, Tahar, Yağmur Baba gibi çiftliklerle bir hayli tarla satın alınarak büyük bir çiftlik tesis edildi. Bu arazinin takriben vüsati (tahmini yüzölçümü) 150.000 dönümdür,” denmektedir.
Eriş Ülger’e göre ise arazi, Gazi’ye 1925 yılında armağan edilmemiş, aksine Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra Cumhurbaşkanı seçilen Mustafa Kemal’e Hacı Ziya Bey tarafından Ankara halkı adına küçük bir merasimle Çankaya Köşkü’nde hediye edilmiştir. Hacı Ziya Bey’in hediye ettiği 20 bin dekarlık alan, tarım ve üretim çalışmaları başlayınca projelere yetmemiş, bunun üzerine Mustafa Kemal, Balgat, Ahimesut, Çakırlar, Tatar, Göğercinlik, Macun ve Yağmurbaba gibi toprak parçalarını da bizzat cebinden ödediği parayla satın alarak toplam araziyi 52 bin dekara çıkartmıştır. Geriye kalan 50 bin dönüm, Çankırı’nın Orta ilçesine bağlı Aydos yaylasının mera bölümü olup tapuya kaydedilmemiştir. Nihayet 1937 ve 1953 yılında hazırlanan kitapçıklarda çiftlik arazisinin 102 bin dönüm olduğu belirtilince, Aydos meralarının da çiftlik arazine dahil edildiği anlaşılır.
AOÇ devrediliyor
Atatürk, çiftliklerini bağışlamak için önce 7 Ocak 1938 tarihli kanunla Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu’nu kurdu. Kanunun 5. maddesinde, Atatürk’ün Trabzon’da iken yayımladığı 11 Haziran 1937 tarihli, “Kullanmaya yetkim altındaki bu çiftlikleri, bütün tesisleri, hayvanları ve demirbaşları ile beraber, hazineye hediye ediyorum. Gereken kanuni işlemin yapılmasını dilerim,” şeklindeki mektubu uyarınca resmî devir işlemleri, 11 Mayıs 1938 tarihinde, Atatürk’ün yanında Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, Ziraat Vekili Faik Kurdoğlu ve Ankara Valisi Nevzat Tandoğan da bulunurken gerçekleştirildi.
Matosyan Matbaası
12 Mayıs 1938 tarihli Ulus gazetesindeki habere bakılırsa Atatürk, aynı gün Ankara Hipodromu ve Stadyumu civarındaki arsalar ile çarşı içindeki bir otel ve altındaki dükkânları Ankara Belediyesi’ne terk etmiş, Ulus Matbaası’nı bütün demirbaşıyla ve çevresindeki arsalarla birlikte CHP’ye bağışlamıştı. Burada bir parantez açayım. Ulus Matbaası ile Vahan Matosyan’ın 4 bin 547 lira 47 kuruşluk borç sebebiyle 80 bin lira değer biçilen tesisinin gasp edilerek, 1924’te Atatürk’ün yakın adamı Yunus Nadi’ye bedelinin yirmide biri fiyatla ve yedi yıl vadeyle peşkeş çekilen matbaa karıştırılır. Yunus Nadi matbaa için bir miktar para ödedikten sonra gerisini ödememiş, üstelik devlete ödediği paranın kendisine derhal verilmesini talep etmişti. Zira makinelerin tesliminden kısa bir süre sonra bilinmeyen bir sebeple yangın çıkmış, çıkan yangında nasıl olmuşsa matbaa makinelerinin demir aksamlarından dahi geriye en ufak bir iz bulunamamıştı. Bu şüpheli yangından sonra Matosyan Matbaası’ndan kalan her şeyi satan Yunus Nadi, Matosyan’ın kütüphanesindeki kitapları da Maarif Vekâleti’ne satmıştı. Bazılarına göre, bu kitaplar bile Yunus Nadi’nin devlete ödemeyi taahhüt ettiği ve ödemediği miktardan daha değerliydi.)
Savarona yatı
Bunlara Atatürk’ün vefatına yakın zamanda 1.200.000 liraya adına alınan, zamanında Dünya’nın en büyük ikinci yatı olan Savarona yatını da eklemek gerekir. İddiaya göre, Atatürk, 4 Eylül 1936 günü Büyük Britanya Kralı VIII. Edward’ın şerefine Moda Koyu’nda düzenlenen yelken yarışlarını Kral’la birlikte yaşlı Ertuğrul Yatı’nda izlemiş, yat manevra yaparken etrafa yayılan yağlı kurumun Kral’ın beyaz elbisesini berbat etmesi üzerine “medeniyetin icabı” olarak 23 Şubat 1938’de Savarona satın alınmıştı.
Savarona, 1 Haziran 1938’de Dolmabahçe Sarayı önüne demirledi. Yatın adını Güneşdil olarak değiştirme önerisini reddeden Atatürk, Savarona’da elli altı gün kaldı, hastalığının ağırlaşması üzerine 25 Temmuz 1938 günü Dolmabahçe Sarayı’na götürüldü.
Atatürk’ün nakit ve hisse senedi varlığı
Bu bilgi için biraz ileri gitmemiz gerekecek. Atatürk’ün vefatından sonra Ankara 3. Sulh Mahkemesi, Türkiye İş Bankası’ndan, Atatürk’ün bankadaki “nukut ve hisse senetleri”ni bildirmesini istemişti. Türkiye İş Bankası’nın, “Genel Müdür Muammer Eriş” imzasıyla 9 Aralık 1938’de idare meclisi üyelerinin bilgisine sunduğu rapora göre, Atatürk’ün nakit hesaplarının bakiyesi, Yenicami Şubesi’ndeki 2 numaralı hesapta 1.446.872,03 lira, Cumhurbaşkanlığı maaşının toplandığı 4 numaralı hesapta 53.453,18 lira, Mareşallikten aldığı emekli maaşının toplandığı 649 sayılı hesapta 19.556,80 lira olmak üzere toplam 1.519.883,01 liraydı.
İş Bankası’ndaki hisse senetleri ise nama muharrer (ada yazılı) 62.900 hisse (her biri 10.000 lira itibari değerinde), hamiline (taşıyana) ait 56.225 hisse (her biri 10.000 lira itibari değerinde) ve müessis hisse (kurucu hisse) 569 adetti. O güne dek bilinmeyen Zonguldak Maden Kömür İşleri T.A.Ş. hisse senetleri ise nama muharrer 12.750 hisse (her biri 10.000 lira itibari değerinde), hamiline ait 12.250 hisse (her biri 10.000 lira itibari değerinde) ve müessis hisse 125 adetti.
Böylece İş Bankası’ndaki 569 kurucu hisse ile Zonguldak Maden Kömürü İşleri’ndeki 125 kurucu hisseleri hariç, hisselerin o günkü parasal karşılığı toplam 1.475.150.000 liraydı. Atatürk’ün bunun dışında Bursa’daki Çelikpalas Oteli’nde de 34.830 lira değerinde hissesi vardı ki bu İş Bankası raporunda yer almamıştı. Türkiye İş Bankası’nın o dönemki sermayesinin 5 milyon lira olduğu düşünülürse, Atatürk o günün parasıyla 1,5 milyon lirayı aşan hesabıyla öldüğünde bankanın en büyük hissedarı ve müşterilerinden biriydi.
Atatürk’e hediye edilen gayrimenkuller
Bunların izini sürmek ise kolay değil. İzi sürülebilenlerden biri, vasiyetname ile CHP Genel Sekreteri’nin oturması için tahsis edilen ve Kasapyan Ailesi’nden gaspedilen Pembe Köşk ile köşkün etrafındaki 400 dönüme yakın arsadır. O dönemde Cumhurbaşkanlığı (Çankaya) Köşkü olarak kullanılan esas bina, 12 Mayıs 1935 tarihinde hükümet tarafından kamulaştırılmış olduğundan Atatürk’ün vasiyeti Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nü kapsamamıştı.
Hasan Rıza Soyak’ın söylediği gibi, Atatürk’ün vasiyeti dışında bıraktığı ve ikinci grup olarak nitelediği gayrimenkulleri de vardı. Afet İnan’ın belirttiğine göre, Atatürk’e, Bursa Belediyesi tarafından 20 Ocak 1923’de Bursa’da, Samsun Belediyesi tarafından 20 Eylül 1924’te Samsun’da, Erzurum İl Özel İdaresi tarafından 1926’da Erzurum’da, Diyarbakır Belediyesi tarafından 5 Nisan 1926’da Diyarbakır’da, İzmir Belediyesi tarafından 1927’de İzmir’de, Konya Belediyesi tarafından 1927’de Konya’da, Trabzon İl Özel İdaresi tarafından 1931’de Trabzon’da, Antalya’da ve İstanbul Belediyesi tarafından Florya’da ev veya köşkler hediye edilmişti. (İlerde bir kısmı "Atatürk Evi" adıyla karşımıza çıkacak bu mülklerin kimlerden nasıl alındığına dair hikayeleri anlatırım, şimdi yazı uzamasın diye atlıyorum.)
Vasiyetname açılıyor
Atatürk’ün vasiyetnamesinin bulunduğu zarf, 28 Kasım 1938 tarihinde Ankara Adliye Sarayı’ndaki Üçüncü Sulh Hâkimliği’nde, Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım, Adliye Vekili Hilmi Uran, Dahiliye Vekili Refik Saydam, Hariciye Vekili Şükrü Saraçoğlu ve bazı mebus, avukat ve hâkimlerin de hazır bulunduğu özel bir törenle açıldı.
5 Eylül 1938’de Mustafa Kemal Atatürk’ün elyazısıyla kaleme aldığı vasiyetnamenin içeriği şöyleydi:
Malik olduğum bütün nukut (para) ve hisse senetleriyle Çankaya’daki menkul ve gayrimenkul emvalimi Cumhuriyet Halk Partisi’ne atideki (gelecekteki) şartlarla terk ve vasiyet ediyorum:
1) Nukut ve hisse senetleri, şimdiki gibi, İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır.
2) Her seneki nemadan, bana nisbetleri şerefi mahfuz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe, Makbule’ye ayda 1.000, Afet’e 800, Sabiha Gökçen’e 600, Ülkü’ye 200 lira ve Rukiye ile Nebile’ye şimdiki 100’er lira verilecektir.
3) Sabiha Gökçen’e bir ev de alınabilecek ayrıca para veri- lecektir.
4) Makbule’nin yaşadığı müddetçe Çankaya’da oturduğu ev de emrinde kalacaktır.
5) İsmet İnönü’nün çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç olacakları yardım yapılacaktır.
6) Her sene nemadan mütebaki miktar yarı yarıya, Türk Tarih ve Dil kurumlarına tahsis edilecektir.
Menkul mallara ne oldu?
Hilmi Uran’a göre, Atatürk’ün vasiyetnamede adı geçmeyen Çankaya’daki menkul malları mahkemece tespit edilmiş, bir kısmı iki kasa içinde Ziraat Bankası’na teslim edilmiş, bir kısmı Halkevi Reisliğine verilmiş, mefruşat şeklindeki kısmı da Çankaya’daki küçük köşkte bırakılmıştı.
Atatürk’ün Ziraat Bankası’na teslim edilen özel eşyalarının bulunduğu iki çelik dolap, 14 Mart 1955’te Ankara Üçüncü Sulh Hukuk Hâkimi, Maliye Bakanlığı temsilcisi, Ziraat Bankası yetkilileri ve Cumhuriyet Halk Partili üç temsilciden oluşan heyet huzurunda açılmıştı. İçlerinden, yakut taşlarla işlenmiş iki tane Cumhuriyet Halk Partisi rozeti; manevi çocukları Sabiha ve Zehra’ya ait olduğu 1938 tarihli tutanakla belirtilen on altın; çoğu pırlanta, yakut, elmas gibi değerli taşlarla işlenmiş çok sayıda ağızlık, tabaka ve saat, bir nişan yüzüğü, “Ayet-el Kürsi”nin yazılı olduğu nefti bir muhafazalığa yerleştirilmiş bir pirinç tanesi çıkmıştı.
Atatürk’ün mirasının kaynağı tartışmaları
Atatürk’ün mirası, ilk olarak 1968 yılında Fethi Naci’nin 100 Soruda Atatürk’ün Temel Görüşleri ve Doğan Avcıoğlu’nun Türkiye’nin Düzeni adlı kitaplarında dile getirilmiş, kamuoyuna malolması ise 1970’te İsmail Cem’in Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi adlı kitabıyla olmuştu.
İş Bankası’ndaki bu büyük mevduatın ve hisse senetlerinin hangi gelirle edinildiği o zamandan beri tartışılıyor. Bu paraların en azından bir bölümünün Hint Hilafet Komitesi tarafından Mustafa Kemal’e gönderilen para olduğunu iddia eden Hasan Rıza Soyak’a göre, Hindistan’dan Mustafa Kemal’in şahsına gönderilen para 500-600 bin lira civarındaydı ve bunun 500 bin lirası Büyük Taarruz öncesinde, Maliye’nin karşılayamadığı bazı hususi masraflar için Batı Cephesi Komutanlığı emrine verilmişti. Zaferden sonra bu paranın 380 bin liralık kısmı, İcra Vekilleri Heyeti’nin kararıyla Mustafa Kemal Paşa’ya iade edilmişti. (İş Bankası'nın kuruluş hikayesini başka zaman anlatırım.)
Miktar ne olursa olsun, Mustafa Kemal’in uhdesine bırakılan paranın 250 bin lirası, Türkiye İş Bankası’nın kuruluş sermayesine katılmıştı. Mustafa Kemal, kuruluş aşamasında 207.400 lira değerinde 25 bin hisse senedi daha alarak bankanın ilk sermayesindeki payını 457.400 liraya çıkarmıştı. Daha sonra da hisse almaya devam etmişti. 30 Aralık 1925’ten 14 Ekim 1929’a kadarki dönemde çeşitli kişilerden toplam 670.378,37 liralık hisse satın almıştı. Dolayısıyla Hilafet Komitesi’nden kendisine bırakılan paradan çok daha fazlası harcanmış durumdaydı. Demek ki paranın kaynağı "Hilafet Komitesi'nin gönderdiği para" demek açıklayıcı değildi.
Atatürk’ün ikinci (aslında ilk ve tek olması gereken) gelir kaynağı, Cumhurbaşkanlığı maaşıydı. Maaşı 5 bin lira idi. Üstüne "fevkalade tahsisat" adıyla 7 bin lira daha alıyordu. Yani aylığı 12 bin lira idi. 1927’de çıkarılan bir kanunla bu maaşa 2 bin 480 lira pahalılık zammı yapıldı. Böylece maaş 15 bin liraya yaklaştı. Ancak 1931 yılında kesintilerden sonra kendisine net 13 bin 186 lira ödenir oldu. 1932’de çıkan bir yasayla yüksek maaşlılara ağır vergiler kondu. Bu vergilerle Cumhurreisinin maaşından kesilecek vergi miktarı 5 bin 401 liraya çıktı. Bu kesintiyle Ata’nın eline geçen para 9 bin 78 liraya düştü.
Atatürk’ün, ayrıca, Mareşallikten aldığı emekli maaşı da vardı. 30 Haziran 1927 tarihi itibariyle kendisine 5 bin kuruş (50 lira) emekli maaşı ile 15 bin kuruş (150 lira) da Mareşal maaşı bağlanmıştı. Ölümüne kadar on bir yıl dört ay süre ile ileriki yıllardaki artışlar hesaba katılmadan, en az 200 liradan toplam 27.200 lira emekli maaşı aldığı düşünülür. Ancak bu da çok önemli bir miktar oluşturmaz.
O dönemde Köşk’teki müstahdemin, yaverlerin, muhafız polislerinin iaşesi ve Köşk’ün diğer masrafları da Atatürk tarafından karşılanıyordu. Başvekil ve vekillere ödenen harcırah cumhurbaşkanı için söz konusu olmadığından seyahatlerde ulaşım dışındaki, yemek ve içki dahil bütün masraflar, tamamen kendi kesesinden çıkıyordu. Bunlara bakıp Atatürk’ün maddi sıkıntı çektiği düşünülebilir, ancak yukarda da belirttiğim gibi ölümünden sonra Yenicami Şubesi’ndeki 4 nolu hesapta 53.453,18 lira, İş Bankası’ndaki 649 nolu emekli hesabındaki 19.556,80 liraya da bakılırsa, Mustafa Kemal onca harcamadan sonra para biriktirebilecek haldeydi.
Sonuç olarak, Atatürk'ün edindiği mülklerin parasını ödeyerek aldıysa parayı nereden temin ettiği, ödeyerek almadıysa hangi yollarla aldığı konusundaki tartışma tarihçiler açısından gayet meşrudur. Hasan Rıza Soyak’a göre, mülklerin bir kısmı hediye edilmiş, bir kısmı da arazinin çok ucuz, paranın ise çok kıymetli olduğu kuruluş döneminde satın alınmıştı. Satın alma için ödenen para 100-120 bin lirayı geçmemişti! Eh ülkenin en güçlü adamı bir yeri satın almak isteyince, ondan para istemeye herhalde büyük cesaret isterdi.
Benim gibi hediye edilmeyen ya da para ödenmeden alınan mülkler var mıdır diye soranlar olabilir. 1915'ten itibaren gayrimüslim mülklerine yönelik müsadere, gasp tarihinin önemli bir parçasını oluşturan bu tartışmayı maalesef kaynaklara dayalı olarak sürdürmek kolay değil. Çünkü çoğu olayın belgesi yok, kaydı yok ya da kaydını takip etmeye izin yok. Bu açıdan sadece tahminle yol alıyoruz. Ancak gelir ve mülkler arasındaki dengesizlik gayet açıkken, iyimser olmak mümkün olmuyor.
Elbette işin bir de psikolojik yanı var. Bir devlet kurucusunu kişisel mal varlığını bu kadar arttırmaya iten nedir? Neden şahsi olarak da zenginleşmeyi gerekli görmüştür? Üstelik mirasçısı olmadığı halde...
Atatürk’ün Gizli Vasiyetnamesi Var mı?
Cumhuriyet döneminin ünlü siyasi efsanelerinden biri de Atatürk’ün gizli bir vasiyeti olduğudur. Yukardaki meseleleri tartışmaya hevesli olmayan ülkemiz münevverleri Atatürk'ün gizli vasiyetnamesi konusuna özel ilgi göstermiştir.
Bu iddiayı ilk olarak Atatürk’ün uşağı Cemal Granda ortaya atmıştı: “Bugün Napolyon’un uşaklarının torunlarının bile Paris’te Seine Nehri kıyısında villaları, köşkleri var. Varlık içinde yüzüyorlar. Bütün meziyetleri de Napolyon’a hizmet eden uşakların torunlarının torunları oluşları. (...) Bize değil villa, O’ndan sonra su bile vermediler. Yalova kaplıcalardaki mübayaa memurluğundan 800 lira ile emekliye ayrıldım. Gördüğüm servet bundan ibaret. O da yıllarca verdiğim emeğin, çalışmamamın karşılığı. Atatürk’ün ölümünden sonra vasiyetnamesi açıklandığında, ikinci bir vasiyetnamesi olduğu, bunda sevdiği hizmetçi, berber, odacı gibi özel hayatında olan kişilere maddeler bulunduğu, fakat sonradan bu vasiyetnamenin yok edildiği söylenmişti. Arkadaşlar araştırmışlar, fakat bu söylentileri doğrulayan bir ize rastlayamamışlardı. Oysa Atatürk, bizlere çeşitli zamanlarda yaptığı konuşmalarda geleceğimizin garanti altına alınacağı yolunda sözler etmişti. Hepimizin kafasında o kayıp (?) vasiyetname hâlâ bir soru olarak kalmıştır.”
Konu 1960’larda (örneğin Doğan Avcıoğlu tarafından) tartışılmış ama bir sonuca varılamamıştı.
Bu konuya saplantı derecesinde takılan Aytunç Altındal’ın iddiası şöyleydi: "Atatürk’ün gizli vasiyeti adı altında 1980’de bunu ilk defa dile getirdim. Kastedilen, Atatürk’ün siyasî vasiyetidir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kişi nasıl bir gelecek öngörüyor? Devletin ilelebet payidar kalabilmesi için neler gerektiğini düşünüyor? Bunun için kendisinin bazı tasavvurları var. Daha cumhuriyet kurulalı 15 sene olmuş. Dolayısıyla kastedilen 'Makbule’ye 50 lira verin, ötekine 5 lira verin' şeklinde bir vasiyetname değil. Kendi tuttuğu çeşitli kayıtlar, görüşler ve yaklaşık 400 sayfayı bulan, kimisi iki satır, kimisi bir sayfa notlardan oluşan bir külliyat… 1938’de mühürlenerek saklanan bu kâğıtlar 1950’li yıllarda Menderes başbakan, Celal Bayar da cumhurbaşkanıyken onlar tarafından biliniyor olmalı. 1964’te Celal Bayar’a sordum; o da 'Böyle bir olay vardır fakat Türkiye buradaki fikirlere hazır değildir' dedi. 1988’de 50 yıl doldu ve açılması gerektiğinde Kenan Evren 25 sene daha yasak koydu. Kızdığım taraf, hep birileri Türkiye ve Türk milleti adına “Türkler buna hazır değil” diyor. Ya kardeşim sen kimsin, niçin durmadan bunu deme yetkisini kendinde görüyorsun?"
Konu 2006 ve 2009 yılında konu yeniden tartışılmış; Kenan Evren, Aytunç Altındal’ı mahkemeye vermekle tehdit etmiş ama vermemişti. Evren'in koyduğu ek süre 2013’te bitiyordu. Ancak evrak yine açılmadı. Aytunç Altındal 17 Ekim 2013’te öldü. O günden bu yana da bu konuda hiçbir gelişme olmadı.
Evet, bir 10 Kasım anmasının daha sonuna geldik...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.