TKP;Fındıkta Çözüm Gündemde Yok

TKP;Fındıkta Çözüm Gündemde Yok

Tarih 25 temmuz. Fındık hasadına sayılı günler kaldı. Fındık dalları bolluktan yerlere yatıyor. Ama bolluk üreticiyi çok da memnun etmiyor. Bu ne nasıl şeydir ki üretici yıl boyu hem bol ürün için çalışıyor hem de bolluk onu rahatsız ediyor. Üretici fındı

Fındıkta Çözüm Gündemde Yok

Tarih 25 temmuz. Fındık hasadına sayılı günler kaldı.

Fındık dalları bolluktan yerlere yatıyor. Ama bolluk üreticiyi çok da memnun etmiyor. Bu ne nasıl şeydir ki üretici yıl boyu hem bol ürün için çalışıyor hem de bolluk onu rahatsız ediyor. Üretici fındığı kaça satacağını hala bilemiyor. Taban fiyatı konusunda ne hükümette, ne Toprak Mahsulleri Ofisi"nde (TMO) ne de tamamen devre dışı bırakılan 230 binin üzerinde iştirakçisi bulunan Fiskobirlik"te (FKB) bir kıpırdanma var. Bu yılın başında bir aktör olmaya başlayan Ulusal Fındık Konseyi (UFK) de üreticiyi umutlandırmaktan uzak. Nasıl umutlandırsın ki; her kesimden katılım olacak derken yönetimi tüccar ve hükümet temsilcileri almış.
Bu ortamda ise spekülasyon had safhada. Son bir ay içerisinde, fındık hasadına sayılı günler kala basında çıkan haberlere bakın: FKB Yönetim Kurulu Başkanı Lütfi Bayraktar: “Param yok, fındık alamam” diyor. Yani kimse FKB"den medet ummasın. Önceden FKB yağmasa da gürlerdi. Bu sene o da yok. TMO"nun FKB"ye 30 bin ton yağlık fındık sattığı, TMO depolarında 320 bin ton fındığın bulunduğu da gündeme giren haberler arasındaydı. Adamlar yapacaklarının alt yapısını bu günden döşüyor. UFK ise bilimsel görünme kaygısında olacak ki Dünya da fındık üretim artışı hakkında bir rapor yayınlıyor. Neymiş, Dünya"da fındık üretimi çok hızlı artıyormuş. Arjantin, Şili, Azerbaycan"da üretim çok artmış. Yarın arz çok diye düşük fiyatı savunurken sanırım dayanakları bu rapor olacak. UFK bununla yetinse iyi. Avans-fiyat diye bir şey de tutturdular. Bu sayede üreticinin elinden fındığı 1.5, 2 YTL gibi komik rakamlara alma-çalma derdindeler. Anlaşılacağı gibi üretici ve tabiî ki tarım emekçileri (Kürdüyle, Türküyle) kuşatma altındalar.
Durum bu haldeyken Ordu ve Giresun"un Valiliklerinin ortaklaşa düzenlediği iki ilin Vali ve Belediye Başkanları da katılacağı, Giresun-Ordu çizgisi: Fındık İçin Ortak Bir Gelecek adını taşıyan bir sempozyum düzenleneceği haberini alıyoruz. Giderken sempozyumun belki üreticiye bir çıkış yolu sunabileceğini düşünüyoruz. (açık konuşmak gerekirse bir TKP"li olarak pek de umutlu olduğumu söyleyemem.) Konuşmaları dinleyince fındıkta çözüm temasının da içeriğini öğrenmiş oluyorum. Evet çözüm ama tefeci, tüccar, sermaye için. İlk konuşmacı ev sahibi Giresun Üniversitesi Rektör Yrd. Aygün Attar fındığın önemini anlattıktan sonra popülizmden kaçınılmasını vurguluyor. Bu arada üretici haklarına değinirken rektör Yrd. önemli noktalara da değiniyor. 2006"daki o güçlü protestonun neden çabucak son bulduğunu soruyor. Kim bilir belki de doğru cevap belirleyici gücün sol hareket olmamasıdır. Bu ayrı bir konu onun için bırakalım. Daha sonrasında söz alan Ordu Üniversitesi Rektörü Haluk Kefelioğlu ise sorunun çözümünü fındığı Batı Karadeniz"den çıkarmakta buluyor. Neymiş, Adapazarı"nda halk kolay, ekonomik diye fındık bahçesi yapmış. Ne yani zahmetli, az ekonomik olanı mı yapsaydı? Onlar başka şey ekselermiş, toprak buna uygunmuş. Bu tespite kısmen katılıyoruz ama bu planlı ekonominin çözebileceği bir iş. Serbest piyasa asla çözemez. Çözmek diye kaygısı da olamaz. Rektör fındık yerine başka şey eksinler diyor da bir geçim garantisi veremiyor. Domates kasada çürürken, karpuz tarlada kalırken, üzüm, tütün, buğday, çay vb. üreticisi kan ağlarken (tabi diğer tarafta da bunları satın alamayanlar var) adam fındık bahçesini nasıl söksün yahu. Öte yandan rektör fındık sorununa halkın onurlu yaşam sorunu olarak değil de devletin güvenlik sorunu olarak bakıyor. Aynen şunu söylüyor: “Fındık özendirilmezse göç olur. Göç eden nüfus şehirlerde asayiş, güvenlik sorununa yol açar.” Laf arasında söylemeden geçmeyelim acaba rektör bu sistemde sanayileşme olamayacağını, göç edene iş olamayacağını da bu şekilde ağzından mı kaçırıyor? Neyse geçelim. Daha sonra söz sırası valilere geçiyor. Ordu Valisi Ali Kaban sermayeye, sömürücülere özgü ifadeyi yineliyor: fındık sorunu çözülmezse herkes boğulur. Burada bir tespit yapalım, ortada bir sorun olduğu muhakkak. Ancak istatistiklere baktığımızda bunun ilk üretici ve fındık emekçilerinin sorunu olduğunu görüyoruz. Diğerleri için, birkaç küçük tüccarı saymazsak sorun olduğunu söyleyemeyiz.. Aynı gemideyiz teranesi her alanda egemenler, işbirlikçiler, sömürücüler tarafından yinelenir. Ama boğulan aşağıdaki işçi olurken gemi edebiyatını yapanlar saltanat sürer. Vali"den sonra Ordu Belediye Başkanı Seyit Torun (DSP'den) gemi vurgusunu yapmadan kendini alamadı, ODÜ (Ordu Üniversitesi) Rektörü “dayanışma” dedi vb. Gemi meselesine daha sonra değinmek üzere kaldığımız yerden devam edelim. Bunun dışında Ali Kaban üreticiyi değil rekabeti korumayı vurguladı. Sonrasında söz alan Giresun Valisi Mustafa TAŞKESEN ise önceki valiyi aratır oldu. Yıllık üretimin iç-dış talebin çok üzerinde olduğunu, üretici lehine düzenlemelerin rekabete, iç tüketime engel olduğunu, TMO"da 350 bin ton (kimi 320 bin diyor) fazla olduğunu, aşırı üretimin olduğunu vurguladı. Utanmasa üreticiden sadaka isteyecek. Valinin çözümü de var: Fındık yerine turizm, sanayi gelişsin. Haklı ama bir şeye açıklık getirmemiz gerekir. Bu sistemde ufukta Karadeniz"e sanayileşme görünmüyor.
Sempozyum açılışı bu şekildeydi: Fazlasıyla ümitsiz. İlk konuşmacı Bilkent Ünv. Öğrt. Görevlisi Dr. İhsan Çetin çözümsüzlüğün nedenleri üzerinde durdu. Çok önemli bir noktaya değindi ve “akılcı reddediş” ile sorunun yok sayılabileceğine vurgu yaptı. Bizce haklıydı, çünkü sorun tüccarın, ihracatçının sorunu değildi o zaman yok sayılabilirdi. Tabi Dr. İhsan Çetin sorunu bu şekilde tahlil etmedi. Ona göre yüksek taban fiyatı politikası üreticiyi yoksullaştırıyordu. Bu nasıl oluyordu hala anlayamadım. Bir başka yerde esas amacın üretici refahını artırmak olduğunu söylüyordu. Demek ki fındık ne kadar ucuz olursa üreticinin refahı o kadar artacak. Pes doğrusu! Çetin ilerisi için pek iyimser değildi. “Dünya 5-6 yıl altın dönemini yaşadı. Artık düşüş dönemi başladı. Fındık üreticisi olumsuzluktan nasibini alacak” Yani üretici, emekçi kaygılı, perişan ama daha iyi günlerini yaşıyor, esas çöküntü sonra gelecek. Dr. Çetin geleceğe karamsar bakıyor, nasıl bakmasın? Gelecek ile ilgili öngörüsünü Malthus"un nüfus teorisine dayandırıyor. İleride kıtlık var yani. ODÜ Rektörü Kefelioğlu"nun da Malthus hayranı olduğunu öğreniyoruz. İyi de Malthus"a nereden geldik? Biz fındıktaki arz fazlasını tartışmıyor muyduk? Kapitalizm böyle bir şey galiba. Geçelim. ODÜ Rektörü Malthus"u gıda fiyatlarındaki artış ölçüsünde haklı görüyordu. Emperyalist politikalarla “gelişmekte olan”, az gelişmiş ülkelerde tarımın yok edilmesi politikasını göremiyor ya da görmek istemiyordu. Marx"ın Malthus"a nokta koyduğunu sanıyordum ama demek ki yanılmışım. Kapitalizm bitmeden hiçbir kapitalist –en gericisi bile- son bulmuyormuş, aradan iki yüz yıl geçse de.
Son konuşmacı Dünya Gazetesi Tarım yazarı Ali Ekber Yıldırım söz aldı. Tarım ürünü bolluğunun bizi utandırdığını kaygıyla dile getirdi. Spekülasyon ve bilgi kirliliğine değindi. Bu açıdan nispeten daha ölçülüydü. Tabi spekülasyon ve bilgi kirliliğinin sadece fındığa değil kapitalizme özgü olduğunu da belirtmeden geçmeyelim. O da ilk iş “arz fazlası”na değindi. TMO"nun elindeki 320 bin ton fındığı piyasaya sürerse fındığın 1 YTL"nin altına ineceğini belirtti. Yani bir yerde üreticiye “piyasada fındığa ihtiyaç yok. Verilene razı ol” demiş oldu. Yıldırım"ın hakkını yemeyelim. TMO"nun “liberal düzende müdahale olmaz” (gıda fiyatları konusunda) yaklaşımıyla tarımı korumasız bırakmasını eleştirmesini, üreticiye daha fazla söz hakkı verilmesi temennisini not düşelim. Yıldırım bir yerde siyasetten arındırılmış fındık politikasına vurgu yapıyor. Halbuki sorun işin içinde siyaset olması değil emekçilerin siyaseti yerine tüccarın, kapitalistin siyasetinin olmasıdır.
Yazıyı bitirirken biraz da kendi düşüncelerime yer vereyim. Başlarda da belirttiğim gibi “aynı gemideyiz” edebiyatı hakkında biraz yazmak istiyorum. FKB, Karadeniz İh. Brl., TZOB, TMO vb. kuruluşlardan derlediğim istatistiksel veriler üzerinde az çok çalıştım. Çalışmamın sonucunda aynı gemide olmadığımızı, olsak da kurtarma botlarının tüccara, ihracatçıya tahsis edildiği sonucuna ulaştım. Fındığın serbest piyasadaki değeri ne kadar düşükse ihraç fiyatı ile serbest piyasa fiyatı arasındaki makas o kadar fazla. Serbest piyasa fiyatı ne kadar çoksa ihraç fiyatıyla arasındaki makas o kadar az. İkisi arasında doğru orantı yok ters orantı var. Bu durum çıkarların uyumunu değil çelişkisini gösteriyor (bu arada ben istatistiklerin yalancısıyım). Sermaye bunun fazlasıyla farkında ki yoğun ideolojik hegemonya gereksinimi duyuyor. Bundan başka, “ülkemiz için çalışalım” diyorlar. İyi de istatistiklere bakarsak taban fiyat ne kadar yüksek olmuşsa ülkeye döviz girişi o kadar çok olmuştur. Ancak tüccar, ihracatçı düşük taban fiyatı talep ediyor. Demek ki ülkeye çok döviz gireceğine cebime çok döviz girsin diyorlar. Zaten kapitalist olarak öyle düşünmeliler. sonuç olarak bu adamların ağzına “ülkenin kazancı” gibi ifadeler hiç yakışmıyor. Bizler emekçiler olarak, üreticilerin, emekçilerin yurtseverliğini vurgulayarak sermayenin milliyetçilikle süslü “ülkenin çıkarı” yalancı şiarını alt etmeliyiz.
Lisanslı depoculuğa da değinelim. Tüccar benim (FKB) depolarımı beni yoksullaştırmak için kullanırken, bu, bir üretici, bir emekçi olarak bana nasıl yarar. Lisanslı depoculuk serbest tüccarı TMO, FKB"den bağımsızlaştırmak için tüccarın ortaya attığı bir şey. Bu kurumların devre dışı kalmasının kime yarayacağını bu coğrafyada yaşayan çocuk bile bilir. Sonuç olarak lisanslı depoculuk tartışma konusu dahi yapılamaz.
Başlangıçta da belirttiğim gibi üreticiler tüccarların kuşatması altında. Üreticinin kendi kooperatifi AKP"ye teslim olmuşken, TMO deposundaki fındığı ve fındıktan doğan zararını kamuoyuna duyururken, sermayenin ve iktidarın sesini daha fazla duyurmak için kurulan UFK ise avaz avaz “arz fazlası var! Dünya"da da üretim çok” diye bağırıyor. Bu ortamda fındıkla geçinen üreticileri, emekçileri soldan başka ne temsil edebilir ki. Milliyetçi görünenlerin umut olamayacağını her halde 2006 sonrasında halk anlamıştır. Bunu nasıl anlamışlarsa AKP"den kurtulunabileceğini de ve bunun anti-emperyalist, ABD ve AB avukatlarına pabuç bırakmayan, ilerici değerleri savunan, işbirlikçilere karşı militanca bağımsızlığı savunan, sermaye, tüccar kesimi karşısında dim dik duracak iradeyi gösteren solun öncülüğünde olabileceğini de anlamaktan başka çıkar yolları yok.
Değinilecek çok mesele var ama şimdilik burada keselim. Kısaca toparlarsak: Fındıkta çözüm anti-emperyalist mücadeledir, emekçi dayanışmasıdır, sermayenin ideolojik hegemonyasından kopuş ve işçi sınıfı ideolojisine sarılmaktır. Emekçi yurtseverliğidir. Ülkenin gerçek bağımsızlığıdır.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum