Sarp Kuray'a "Müebbetlik Ceza"

Sarp Kuray'a "Müebbetlik Ceza"

Kuray, aldığı ceza yüzünden kaçmayı düşünmüyor ve kaçmasını salık verenlere iyi gözle bakmıyor.Ona göre, bu cezanın nedeni, Türkiye’nin gizli kalmış gerçeklerini konuşmak ve bunları gündemde tutmak. Ceza ise bir nevi sus emri.

Kimdir? / Sarp Kuray
1945 yılında Boyabat'ta doğdu. Babası eski Ankara valilerinden Enver Kuray. 1966'da deniz subayı çıktı. 1968 ve 1969'da yayımlanan iki bildiri nedeniyle 1970 yılında tutuklandı; yargılama sonucu ordudan atıldı ve hapis cezası aldı. 1974 affıyla özgürlüğüne kavuştu, yurtdışına gitti. 'Partizan Yolu' ve '16 Haziran Hareketi' adlı gizli örgütleri kurduğu, yönettiği iddia edildi. 1993'te Türkiye'ye döndü. Nasrullah Ayan'la iş ortaklığına gitti. Bu durum sol çevrelerden büyük tepki aldı. Sonraki süreçte Sarp Kuray, mafya suçlamasıyla karşı karşıyla kaldı. Kuray hakkında ayrıca 'derin devlet'le bağlantıları olduğu yolunda spekülasyonlar yapıldı. Sarp Kuray son olarak 1993'ten bu yana yargılandığı davada müebbet hapis cezası aldı.

Sarp Kuray'a "Müebbetlik Ceza"

Haber: Enis TAYMAN 
Fotoğraf:
 Çağrı KILIÇÇI

Ordudan atılma deniz subayı... "Partizan Yolu", "16 Haziran" adlı gizli sol örgütlerin lideri ve içinde adam öldürme, bombalamaların da bulunduğu 30 eylemin emir vereni olduğu iddiaları bir yanda, müflis işadamı Nasrullah Ayan"la ortaklık günlerine atfen mafya babası olduğu iddiaları öte tarafta. "Asi  dizisinde Asi nin annesi Neriman"ı  oynayan  Nur Sürer'in eşi.

Bütün bunlar Sarp Kuray hakkında şimdiye kadar kamuoyuna yansıyan bilgiler.

Sarp Kuray, geçen hafta, 15 yıllık yargı sürecinin sonunda, "16 Haziran" örgütünün lideri olmak ve 30 ayrı eylemin talimatını vermek gerekçesiyle müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Eğer bir değişiklik olmazsa, bu yedi senelik bir hapis cezasına daha tekabül ediyor. Kuray, aldığı ceza yüzünden kaçmayı düşünmüyor ve kaçmasını salık verenlere iyi gözle bakmıyor. Başına gelenleriyse siyasi bir olay olarak görüyor. Ona göre, bu cezanın nedeni, Türkiye"nin gizli kalmış gerçeklerini konuşmak ve bunları gündemde tutmak. Ceza ise bir nevi sus emri. Kuray"la, mafya, devrimcilik, Türkiye"nin konuşulmayanları üzerine konuştuk.
- Müebbet cezadan başlayalım. Yargıtay cezanızı niye ağırlaştırdı?
Türkiye"ye, 1993"te, isteğimle döndüm. Bizim davamızın mensupları 1991"de tutuklanmışlardı. 8-9 ay sonra tahliye edildiler. Hem bu nedenle hem de Avrupa"da devrimci çalışmaların benim kafamda giderek marjinalleşmesi, Avrupa ile entegre olamamam, Türkiye"ye dönmeme neden oldu. Tutuklandım, iki ay yattım. Sonra beraat ettim. Yargıtay bozdu. 168"e göre (çete) yargılandım, 15 sene ceza aldım. Yine Yargıtay"a gittik. Önce usulden bozuldu, bir 15 sene daha aldım. İkinci kez Yargıtay"a gittiğinde 146/1"den yargılandım ve müebbet aldım.
- Sizce niye 146"ya çevrildi?
Ben aynı adamım. Ülkemi özledim ve içinde bulunduğum siyasal harekette tıkanıklıklar vardı. Genelde de Türkiye devrimci hareketinde marjinalleşme gördüm. İllegal çalışmaların üretken olmadığını gördüm. Ayrıca Türkiye"deki 16 Haziran"cı arkadaşlar, 1988-1991 arası ben yurtdışındayken onlarla yaptığımız görüşmeleri banda almışlar ve bunlar polise teslim edilmiş. Konuşmalar 480 sayfa olarak dava dosyasında. 1988-91 arası sürecin tartışmalı olduğu belli. Kaldı ki sesimin kayda alınması bile benim o arkadaşlara komutayı haiz olmadığımı gösteriyor. Bu kararı siyasi görüyorum. Son bir yıldır www.yeniyol.org sitesinde yapılan yayınlar, Türkiye"nin temel meselelerinde aldığımız tavır ve bugüne kadar kapanmayan hesaplarda uzlaşmaz tavrımız var. Sitede 1919"dan bu yana Türkiye"nin sorunları ele alınıyor. Bunları işlememiz ve hesapları kapatmaz tavrımız hoşa gitmiyor.

- Yatacak mısınız?
Dışarı çıkmak yok. Zor geldim zaten ülkeme. Kimdir ki bana dışarı çıkmayı öğütlüyor, o benim düşmanımdır.

- Hukuksal süreç bittiği anda AİHM"e başvuracak mısınız?
O noktaya gelince değerlendirme yapacağım.

http://www.tempodergisi.com.tr/soylesi/09758/

 

Sarp Kuray'ın BABAM VE OĞLUM filmi yazısı...

babam ve oğlum, bu kez kazanacağız 

Ülkemizin gün be gün ağırlaşan ve derinleşen gündemindeki; inen kalkan cıa
işkence uçakları, alt-üst kimlik tartışmaları, hasan cemal vakası, şişli 
adliyesindeki olaylar, ziyarete gelen cıa başkanı vb.. gibi tartışmalar 
ortasında pazar günü çağan ırmak'ın senaryosunu yazdığı ve yönettiği "babam 
ve oğlum" adlı filme gittim. yaşantım boyunca sinema salonlarında bir filmi 
ikinci kez izlemeye gidiyordum. bir hafta önce, arkadaşlarımla birlikte 
gittiğimiz filmin sonunda sinema salonunu terk ederken "çağan ırmak'a bir
teşekkür yazısı yazmak istiyorum, ne dersiniz?" diye sordum. filmden 
hepimiz çok etkilenmiştik. bende inanılmaz bir sarsıntı ve sevinç 
yaratmıştı. gözyaşlarımızı tutamamıştık. bizden sonraki seansa girmek üzere 
kapıda biriken insanlar, çıkışımızda hayretle yüzlerimizi inceliyorlardı. 
çünkü herkesin yüzü param parça ve gözleri yaş doluydu. işte "babam ve 
oğlum" a ikinci kez gitmeye karar verişim; bu yazıyı yazabilmek için daha 
dingin bir ruh haliyle filmi izleyebilmekti. ne gezer: yine aynı 
sarsıntılar içinde sinema salonundan ayrıldım; çıkış kapısında yine aynı 
manzara beni bekliyordu.

ben sinema veya tiyatro eleştirmeni değilim. bu konuda da bugüne kadar 
hiçbir isteğim ve çabam olmadı. ülkemizde bu hizmeti başarıyla yapan 
ustalar da var. kırküç yıldır, doğrusu ve eğrisiyle devrimci mücadelenin 
içinde yer almış bir insanım. 12 mart ve 12 eylül gibi iki yenilgi okulunun 
içinden geçtim. coşkunun en yüksek olduğu 1960'lı yıllarda, devrimci 
gençlik olarak ülkemizdeki egemen güçlere baş kaldırdığımız süreçte, 
düzenle ve düzenin kurumlarıyla başlayan kopuşmanın her boyutuyla içinde 
yerimi aldım. bu kopuşma sürecinin en acımasız, en ağır bedelli yanının 
ailelerimizle ve özellikle de babalarımızla yaşandığını biliyorum. yine 
yaşayarak bir noktayı çok iyi biliyorum ki; bu acımasız kopuşmayı yaşayan 
bizler ağır badirelerden çıktıktan sonra "evlerimize", yani "baba 
ocaklarımıza" geri dönmüşüzdür. daha doğrusu sığınmışızdır. ve sevgili 
annelerimiz, bu kavganın ortasında yürekçe bizden hiç kopmadan uzlaştırıcı 
bir tavırla acının büyüğünü yaşamışlardır. bizler, babalarımızla ve 
annelerimizle gönül dolusu bir hesaplaşmanın içine girememiş, kırılan 
yürekleri tamir edememişizdir. kavgada hayatını yitiren arkadaşlarımızı 
düşünün. belki de çoğu aileleri ile küs gitmişlerdir. 1960'lardan buyana 
devrimci kuşakların hikâyesinin orta yerinde bu acı hep üstü örtülü bir 
şekilde sessizce durur. iki yıl önce sevgili babamı kaybettiğimiz günleri 
anımsıyorum. onun ölüm ilanının altında benim de özür cümlelerim yer 
alıyordu. ne yazık ki yaşarken yapamadığımı, gazete ilanı ile kapatmaya 
çabalıyordum. nafile, bu eksiklik yaşadığım sürece benimle hep sürüklenip 
gidecektir.

işte çağan ırmak isimli genç bir insan bize dair bu gerçekliği duru, sade 
ve çok güzel bir anlatımla halkın önüne çıkarıverdi. devrimci mücadelenin 
sert ve acımasızlığı içinde gerilere itilmiş insan yanımızdan bir kesiti 
politik örgüsü ile birlikte ortaya koyuverdi. benim teşekkürüm bu 
noktadadır. "çemberimde gül oya" ile başlattığı bu çığır, "babam ve oğlum" 
ile daha güçlü ve insani bir boyuta sıçramıştır. yoksa benim açımdan 
avrupa'da onüç yıl süren ve hayatımdaki kayıp yıllar olarak 
değerlendirdiğim bir süreçte, 12 eylül faşizminin pençesinden çekip 
aldığımız, her çeşit imkanı sunduğumuz tiyatrocularla yaşadığımız pratik ve 
sonuçta yoğun emeğe yönelik oluşturulan çirkin bezirgan tavır, dedikodular; 
yani "sanatçı ayıbı" beni olağanüstü tepkili ve hiç yaşanmamış bir ruh hali 
içersine sokmuştur. bu çevreler konusunda umutsuzluğa yöneltmiştir. işte bu 
konuda da hiç tanımadığım çağan ırmak'a bir teşekkür borcum oluyor: benim 
içimde bir umudu yeniden yeşerttiği için ve bize dair hikâyelere insanca 
yanaşma metodunu bir sürü inkarcıya, rantçıya gösterdiği için.

"babam ve oğlum" daki politik çerçevenin de çağan ırmak tarafından, ustaca 
ve hiçbir abartıya kaçmaksızın çok başarılı bir tarzda oluşturulduğunun 
altını çizmek istiyorum.

her şeyimizi elimizden alan, üzerimizden bir silindir gibi geçen vahşi 12 
eylül rejiminin çirkin yüzünü sergileyerek başlattığı hikâyesinde, topluma 
büyük korku salan ve insanlarda telafi edilmez yaralar açan işkenceleri de 
sonuçlarıyla ortaya koymaktadır. sadık'ın oğluyla birlikte geri döndüğü 
kasabasında "evi", "eski arkadaşları","sevdaları" ile ilgili yaptığı 
değerlendirmeler, "eski yol arkadaşı"na aktardığı "arada kalmışlık" işin 
özüdür. yenilgi bizden alıp götürdükleri ile bir realitedir. 12 eylül de 
tarihimizin en karanlık ve en çirkin yüzüdür. yenilgiden sıyrılmamız ve 
çocuklarımızın bizi anlar ve savunur duruma gelebilmeleri, geçmişin doğru 
değerlendirmesinden ve insan yanlarımızın, haklılıklarımızın açığa 
çıkarılmasından geçmektedir. çağan ırmak'ın sinemada attığı bu güçlü adım 
hayatın her alanında yaygınlaştırılmalıdır.

"babam ve oğlum"üzerinde basında çıkan yazıları da izledim. bir tanesi çok 
dikkatimi çekti ve beni heyecanlandırdı. ali kırca'nın, "kürt sorunu" ile 
ilişkili yaptığı "siyaset meydanı" nında; geri planlarını, asıl 
düşüncelerini örtebilmek amacıyla sempati ve demokrasi maskeleri takmış, 
ikna etmekten çok uzak "nöbetçi aydınların" oluşturduğu kurtlar sofrasında 
genç bir kadın gazeteci dikkatimi çekti. bana bir dağ çiçeği kadar temiz 
geldi. sonra milliyet gazetesinde ece temelkuranadlı bu genç gazetecinin, 
"babam ve oğlum" üzerine yazdığı "bu kez biz kazanıyoruz" adlı makalesini 
okudum. bakın genç kadın neler söylüyordu:

"bakma, hepimizin bir 12 eylül' var cebinde. yaşanan acı toprağa sindi bir 
kere: o topraklarda doğacak çocukların omurgasına hakkedilmek üzere. hiç 
anlatmasanız bile doğarken o eski günahlarla doğuyor çocuklar, sonradan 
neden bu kadar mahzun olduklarını sorup öğrenmek üzere.

bu yüzden "babam ve oğlum"a gidiyor o genç çocuklar, bu ülkede yaşamış iyi 
insanları, işkence edilmeden önce nasıl gülüyorlardı, nasıl seviyorlardı, 
görmek üzere.

bu hayatta bir yanlışlık var, biliyor çocuklar. o yanlışlığın ne olduğunu 
anlatanı dinliyorlar. bakma sen, işe yaramaz bir kuşak ilan edilse de 
gençler, iyi anlatılınca, ülkelerine ve halklarına dair o acı-tatlı 
hikâyeleri hiçbir şeyi dinlemedikleri kadar içten dinliyorlar.

ve elbette çağan ırmak. darbenin, düşünceyi, özgürlüğü, adaleti ve eşitliği 
yok ederken aslında iyi insanları ve iyiliği yok ettiğini bir kez daha çok 
iyi anlattığı için teşekkürler. daha anlatılacak çok hikâye var. değil mi 
çağan?

biz, bizim kuşağımız daha yeni anlatmaya başladık değil mi? bizim elimizden 
kurtulamazlar değil mi? komşu teyzeler, üniversite kantinlerinde çocuklar 
bu filmden, bu hikâyeden birbirine bahsettikçe aslında biz kazanıyoruz 
değil mi?

babalarımız ve annelerimiz için. bu ülkenin bütün iyi insanları için değil 
mi?"
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=sarp+kuray

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.