Adnan YILDIZ: BAYRAMLIK

Adnan YILDIZ: BAYRAMLIK

Her konuşmamızda ve yazmamızda sayfalar dolusu anlamı, deyimlerimiz sayesinde bir iki sözcükle ifade ederiz. Aslında onlar bizim yaşam felsefemizin en kısa özetleridir. Yılların birikiminin sıkıştırılmış halidir. Ve hepsinin bir temeli vardır.

BAYRAMLIK

Her konuşmamızda ve yazmamızda sayfalar dolusu anlamı, deyimlerimiz sayesinde bir iki sözcükle ifade ederiz. Aslında onlar bizim yaşam felsefemizin en kısa özetleridir. Yılların birikiminin sıkıştırılmış halidir. Ve hepsinin bir temeli vardır.

İşte birkaç örnek;


Baklayı  Dilinin Altından Çıkartmak

Vaktiyle her kafası bozulduğunda herkese söven bir derviş varmış. Herkes dervişin küfründen bıkmış. Hemen her gün derviş hakkında şeyhine beş on şikâyetçi gelirmiş. Şeyh ise her gün dervişe nasihat eder küfür etmekten vazgeçirmeye çalışırmış. Ama ne çare derviş ne kadar tövbe ederse etsin, kafası bozulmaya görsün, basarmış kalayı. Şeyh bakmış ki olacak gibi değil, Dervişin dilinin altına bir bakla koymuş. Derviş, ne zaman küfür için ağzını açsa, dilinin altındaki bakla buna izin vermeyecek, o da küfürden vazgeçerek ağzını kapayacak. Bunun gerçekten etkisi olmuş. Derviş ağzındaki bakla sayesinde küfür edemez bir hale gelmiş.

Bir gün şeyhiyle gezmeye çıkmışlar. Bir sokaktan geçerken bir evin penceresinden bir kız çocuğu bağırmış;

- " Aman şeyh efendi durunuz! " Şeyh, ve derviş durmuş. Hafif hafif yağmur da çiseliyormuş. Her halde evdekilerin bir sıkıntısı var diye beklemeye başlamışlar. Fakat aradan beş on dakika geçmiş, ne kapı açılıyor ne de çağıran oluyor. Bu arada yağmurda gittikçe artmaya başlamış. Şeyh dayanamamış, müridine git kapıyı çal da ne istiyorlar bir sor demiş. Derviş kapıyı çalıp işi anlayayım derken içeriden yine bir ses;

- " Aman, Allah aşkına! Biraz bekleyiniz, şimdi bitecek. Anlaşılan kadınlar içeride iyice örtünmediler veya odaları topluyorlardır ya da önemli bir sebep vardır diye şeyh ve müridi beklemeye devam etmişler. Aradan yarım saat  geçmiş, yine ses yok. Hala yağan yağmurun altında ıslandıkları için iyice hiddetlenen şeyh bu sefer bizzat kendisi kapıya doğru gitmiş. Tam kapıyı çalacağı sırada pencereden bir ses;

- " Şeyh efendi, işimiz bitti. Artık gidebilirisiniz. " demiş. Yağmurun ıslaklığını sırtında iyice hisseden şeyh hiddetle sormuş;

- " Peki kızım, bizi bu kadar zaman neye beklettiniz? "

- " Efendim, tavuklarımız kuluçkaya oturmuşlardı. Komşumuz ebe nine, tavuğun sahibi tarafından eğer bir süre büyük bir kavuğa bakılırsa civcivlerin tepeli olacağını söyledi. Onun için deminden beri annem sizin kavuğa bakıyordu! " Kız çocuğu bunu söylerken derviş, yalvarırcasına ve manidar bir şekilde şeyhinin yüzüne bakmış. Şeyh;

- " Lan Derviş, çıkar dilinin altındaki baklayı! " demiş.

O günden bugüne bakla dil altında fazla duramamış.



Özrü Kabahatinden Büyük

Padişahlardan bir tanesi dalkavuğuna çok kızar. Ve kelleni alacağım senin der. Ama bir anda aklına dalkavuğun zekasıyla alay etmek gelir.. Çünkü padişah dalkavuğun zekasını imrenmekte ve onu bu sefer zorda bırakmak istemektedir.

Bunun üzerine padişah dalkavuğa " Öyle bir şey yap, öyle bir şey söyle ki özrün kabahatinden büyük olsun! O zaman kelleni kurtaracaksın der.

Padişahın kararının kesin olduğunu anlayan dalkavuk bir yandan can korkusuyla titrerken bir yandan da düşünmeye başlar. Padişah da bu sırada sarayın merdivenlerine yukarı çıkmak için tek ayağını merdivene atar atmaz, dalkavuk çözümü bulur. Ve padişahın kıçına bir parmak atar. Padişah, sinirinden havaya zıplar.

- " Bre densiz! Bu sefer kesin öldün der.

Boynu bükük, yere bakan dalkavuk ise,

- " Özür dilerim Padişahım. Sizi dalgınlıkla Valideniz zannettim der! "

Ve padişah özrü  kabahatinden büyük olan dalkavuğu sözünde durarak affeder.



Püf Noktası

Ahilik teşkilatı  gereği, çırak ustasından onay almadan ayrılıp kendi dükkânını  açamazdı. İşte bu zamanlarda bir camcı ustasının  çırağı ustasına ‘’ben artık usta oldum izin ver ayrılıp kendi dükkanımı açayım’’ der. Ustası da  " İşin en önemli kısmını, yani püf noktasını bilmiyorsun. " der ve onay vermez.

Ama çırak ustasını dinlemez, başka bir şehre gider ve dükkân açar. İşe başlar ama bir türlü dikiş tutturamaz. Yaptığı bütün cam işleri, biblolar, her şey bir süre sonra çatlamaktadır. Esnaf ve halk tarafından ayıplanan çırak, bir yıl sonra iflas etmiş olarak ustasının yanına dönmek zorunda kalır. Elini öper, ben ettim sen etme der. Ustası da biraz daha yanında çalışmasına izin verir.

Ve bir gün usta çırağını yanına çağırır. Tamam artık der. Zamanı geldi der ve çırağı karanlık bir odaya sokar. Çırak buraya daha önce hiç girmemiştir. Odada yeni bitmiş, sıcak ürünler bir kenarda durmaktadır. Tavanda ise, toplu iğne deliği kadar büyüklükte güneş ışığı giren bir delik vardır. Usta önce sıcak bir parça alır, ışığa tutar, evirir çevirir. Bakar ki camın bir yerinde gözle görülemeyecek kadar küçük bir hava kabarcığı vardır. Püf yaparak üfler ve kabarcık kaybolur. Parçayı çırağa uzatır, ayrı koymasını, soğumaya bırakmasını söyler. Daha sonra çırak üflemeye başlar. Nasıl üfleneceğini, neresinin püfleneceğini iyice öğrenir. Ve anlar ki, çatlamaya bu küçük kabarcıklar neden olmaktadır. Daha sonra çırağa, püf noktasını öğrendin mi der.

Öğrendim diyen çırağa onay verir ve o günden bugüne püf noktasını bilenler hep başarılı olur.



Pabucu Dama Atılmak

Ahilik teşkilatı  gereği yapılan denetimlerde kalitesiz mal ürettiği tespit edilen ayakkabı ustalarının malı, dükkânının, herkesin görebileceği  yükseklikteki damına atılır. Damdaki ayakkabıları görenler ise bir daha o dükkana uğramaz ve esnaf ise dükkanını kapatmak zorunda kalırdı.

Yani pabucu dama atılanların işi biterdi.



Tabakhaneye B.k Yetiştirmek

Eskiden bu yana gelen işleme şekliyle tabakhaneler, yani hayvan derilerinin islendiği atölyeler köpek b.kuna ihtiyaç duyarlarmış. Çünkü  bir tek taze köpek b.ku içinde bekletilen deri, yumuşacık, kil köklerinden arınmış, gözenekleri açık, ince, homojen yani kaliteli olabilirmiş. " Tabak mısın; it b.kuna muhtaçsın ", denirmiş " tabak " lara, yani deriyi işleyip kullanılabilir hale getiren meslek erbabına. Bu nedenle çoluk çocuk ellerinde teneke maşrapalarla, taze köpek b.ku toplarlar, ve koşarak tabakhaneye yetiştirirlermiş.

O günden bugüne acelesi olanlara

" Ne o, tabakhaneye b.k mu yetiştiriyorsun " denir olmuş.



İki Dirhem  Bir Çekirdek

Osmanlıda dirhem, 3,148 gramlık eski bir ağırlık ölçüsüdür. İstanbul için bir dirhem 3, 207 gram olarak tespit edilmiştir. Çekirdek ise, kuyumculukta kullanılan ve beş santigrama eşit olan ağırlık ölçüsüdür. Bir altın sikke ise, iki dirhem bir çekirdek ağırlığında gelmektedir. Yani, bir altın lira, iki dirhem bir çekirdek olarak basılmaktadır. Güzel giyinmiş kişilere de altın kıymetinde pahalı ve güzel elbise giyinmiş anlamında, " iki dirhem bir çekirdek " denilmekteymiş.



Afyonu Patlamamak

Eskiden sinirleri yatıştırmak için afyon macunu yerlermiş. Ama ramazan ayında ise müptelalar etkisini gündüz görmek için, sahur sırasında kursağa sarılan afyon macununu da yutarmış. Kursak, mide asitlerine dayanamayarak kuşluk vakti erir, afyon da ortaya çıkıp etkisini gösterirmiş. Birdenbire kızıp, ortalığı toz duman etmeye başlayanlar için kullanılan ''Afyonu henüz patlamamış'' deyimi de buradan gelirmiş.



Biz bu b.ku niye yedik?

Eskiden köyün ağası yanına marabasını alıp faytonla kasabaya gidiyormuş. Yolda ağanın aklına değişik bir şey yapmak gelmiş. Yolun kıyısındaki tezeğin yanında faytonu durdurmuş” Şu tezeği görüyor musun?” 
Maraba; “Görüyorum ağam” demiş. 
“Şu tezeği yersen bu faytonu sana veririm” 
Maraba ise her faytona bindiğinde ‘‘ah böyle bir faytonum olsa’’ olsa diye içinden geçirdiğinden sevinerek kabul etmiş.   
Ağa; 
“Ye tezeği, al faytonu, üstelik sen benim yerimde oturacaksın bende senin yerinde’’ diye devam edince  
Maraba, düşünmeden tezeği yemiş. Ve kurulmuş ağanın yerine. Ağa ise marabaya şoförlük yapmaya başlamış.

Ama ne maraba içine sindirebiliyormuş b..k yemeyi ne de ağa marabaya arabasını vermeyi üstelik şoförü olmayı.

İkisinin de ağzını bıçak açmıyormuş.

Kasabaya vardıklarında durumu pek çaktırmamışlar ama köyde duyulmaması imkansız. İkisi de rezil olacak.

Akşam olmuş  dönerlerken maraba yolda bir tezek görür görmez. ‘‘Ağam bak demiş bu işten ikimizde mutsuz olduk. İn aşağı şu b..kuda sen ye de eski halimize dönelim’’

Ağa çaresiz inmiş ve o da yemiş.

Eski hallerine dönmüşler.

Ama ikisi de bir şey söyleyecek ama söyleyemiyor. Tam bu esnada ağa,

 “Ulan maraba”. 
Maraba: 
“Buyur ağam” demiş. 
“Biz köyden çıkarken bu fayton kimindi?”

Senindi ağam” 
“Pekii şimdi bu fayton kimin?” 
“Elbette senin ağam” 
Ağa sakalını kaşımış ve marabaya dönmüş: 
“Öyleyse biz bu b.ku neden yedik?”

BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.