BURJUVA DEMOKRASİSİ ÜSTÜNE!

Bülent BAŞARAN


Demokrasi, bir paradokstur. Demokrasi, zorbalığın kılıfıdır. Demokrasi, Pamuk Prensese sunulan zehirli elmanın üstüne sürülen şekerdir. Zengin, güçlü ve soyluların gariban halkı sömürürken yaptığı haksızlıkları meşru hale getirmek için yarattığı bir hukuk söylemidir. Hukuk denen olgu da zaten aynısıdır. Bizim hukuk sistemimiz büyük ölçüde Roma Hukuku'ndan ve biraz da İslam Hukuku'ndan uyarlanmış melez bir sistemdir. Her iki hukuk sisteminin içeriği de Roma Aristokratları ile Arap - İslam kabile soylularının halk üzerindeki otoritesini meşrulaştırmaya dayanır. Yani hukukumuz bile bir adaletsizliğin üstüne inşa edilmiştir. İşte demokrasi denen şey de bu adaletsiz söylemin bir parçasıdır.

Sistemin başına kim geçerse geçsin, yaptığı tüm adaletsizlikleri, cinayetleri ve sömürüyü "demokrasiyi korumak" adına yaptığını söyler. Her gelen zalim iktidar, gücünü demokrasiden aldığını söyler. Demokrasiyi ve millet iradesi denen şeyi kendisine kalkan yapar. Bu bugün böyleydi de dün farklı mıydı? Tabi ki hayır! Demokrasi, kapitalizmin icat ettiği, en kullanışlı batıl inançtır. Bir çeşit dindir. Bütün anti-demokratik uygulamalar, demokrasinin gölgesinde yapılmıştır. Cumhuriyet idaresinde öyle iktidarlar olmuştur ki ya da Avrupa'nın sözüm ona en demokratik ülkelerinde, ortaçağ monarşilerine rahmet okutur cinstendir. Unutmayalım, bu ülkede yapılan askeri darbelerin hepsinin bildirisinde "demokrasinin elden gittiği, yeniden inşa edilmesi gerektiği" vurgusu vardır.

Demokrasi, halkı sömürüye ortak eder. İktidarlar, yaptıkları sömürünün artık dayanılmaz hale geldiği kendilerine söylendiğinde "millet iradesinin" arkasına sığınır. Böylece kendi yanlışlarının günahını kendisini seçenlerle paylaşır ve kendisini masumlaştırır. Aslında demokrasilerde halkın temel rolü, kendisini kimin sömüreceğine ve kollektif servetin kimler tarafından yenileceğine karar vermesidir. Halk bu noktada maniple edilir. Kendisinin bir seçim yaptığına inandırılır. Halbuki halk yalnızca daha önceden belirlenmiş soylular ve seçilmişler arasından seçim yapar. Seçeceği her şey birbirinin aynısıdır. Her beş yada dört yılda bir sandık başına giden halk, tüm gücün kendisinde olduğu ve özgür bir irade ortaya koyduğu yanılgısına kapılır. Bu kapitalizmin, ulus-devlet fikrine paralel olarak geliştirdiği oldukça kullanışlı bir aparattır.

Bin yıllar öncesinden Platon demokrasiyi; "zenginlerin ve soyluların, alabildiğine zengin olabilmesi için ortaya attığı bir sistem" olarak tanımlar. Ve demokrasinin mutlak bir cahillik gerektirdiğini söyler. Çünkü akıl ve erdem sahibi hiç kimse elindeki karar verme yetkisini kimseye devretmez. Demokrasinin devamı halkın cahilliği ile mümkündür. Bu da kaçınılmaz olarak tiranlar (zorbalar) yaratacaktır. Dolayısıyla demokrasi bir hayaldir. Bir diğer taraftan da birisi demokrasiyi kullanarak, demokrasiyi ortadan kaldırabilir. Nitekim dünya bunun örnekleriyle doludur. Yani demokrasi denen şey bir ütopyadır. Platon bu nedenle demokrasinin en azılı düşmanlarından biri kabul edilir. Platon ile alternatif yönetim modeli konusunda aynı tarafta olmamakla beraber, demokrasiye yönelttiği eleştiriler konusunda aynı fikirdeyim.

Demokrasi; sömürünün en örgütlü aparatı olan devlet aygıtının bir parçasıdır. Devlet kendisini kuran zengin ve soyluların, çıkarlarını maksimum şekilde korumak için demokrasiyi ve hukuku kullanır. Demokrasi; gücü, otoriteyi ve sömürüyü zorunlu kılar. Kölenin adı vatandaş ve seçmen olarak değiştirilmiştir. Demokrasi, zenginlere halkı suçlama hakkı sağlar. "Neden sömürülüyoruz, neden yoksuluz, neden açız" diye isyan eden halkı, diğer bir zengin grubu "siz seçtiniz, bizi seçseydiniz böyle olmazdı" diye suçlar. Halk da bir daha ki "sözde seçimde" onları seçer, fakat yine sonuç değişmez. Çünkü sorun burada seçilende değildir. Seçme biçimindedir. Demokrasi, hepsi farklı bir soylu sınıfını temsil eden ve onların çıkarları için kurulmuş partiler tarafından "belirlenmişleri" seçmekten ibarettir. Ve "demokratik ülkeler" bu tanımlamaya uymayan partileri kapatır ve yasaklar. Böylece halkın sadece soylu ve zenginler arasından seçim yapmasını sağlar.

Burjuva aydınlarının ve teorisyenlerinin sanayi devrimi ve Fransız İhtilali sonrasında icat ettiği bu sistem, halkları birbirine düşmanlaştırılmak için ortaya atılan "ulus-devlet" modeliyle daha da sağlam bir hale getirilmiştir. İşin özü aslında şudur; "beni, benim zenginim soysun" geri kalan ise halkı içerde maniple etmek için yaratılmış afaki sözlerdir. Her biri birer mezar yada cezaevi olan fabrikalara doldurulmuş milyonlarca işçinin, modern kölelerin ve yoksul halkların birbirine düşmanlaştırılması için aralarına "ulusal sınırlar" konmuştur. Böylece aynı Coca Cola, Mercedes veya Shell tarafından aynı şekilde sömürülen Türk, Yunan, Alman, Hindu işçiler "milli" saiklerle birbirine düşürülmüştür. Ulus devlet denen şeyin yegane amacı budur. Çünkü o ulus devletleri inşa eden soylular da küresel zenginlerin işbirlikçileridir. Çıkarları birbirine bağlıdır.

Bu bir burjuva demokrasisidir. Halka rağmen halkı yönetmek demokrasi değildir. Adaleti ve eşitliği sağlayacak ve sömürüyü kaldıracak olan şey halk diktatörlüğüdür. Buna kimisi sosyalizm der, kimisi demokratik halk devrimi der. Önemli değil... Önemli olan çoğunluğun azınlığı yönetmesidir. Şu an demokrasilerde azınlık çoğunluğu yönetir. Sınıfların, sınırların ve sömürünün kalkması ve o ütobik dünyaya ulaşılabilmesi için, bu gerçekçi adımın atılması zorunluluktur. Yoksa AKP, CHP, İYİ, DYP, ANAP vs vs kim gelirse gelsin yine soylular / zenginler iktidarda kalacaktır. @öne çıkar

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.