55.yıl...
23.Eylül .1969...12.25
O derin yapıda ki sağcılar/solcular diye ortalıkta dolaşanlar bir gün mutlaka yasalar önünde hesap vereceksiniz...bu "faili bilinen" dosyalar sanmayın ki tozlu raflarda ilelebet kalacak...
Bugün 22.Eylül Taylan o güzel gülüşü ile hâlâ aramızda idi... arkasından kalleşçe sıkılan kurşunun hedefi olacağını bilmiyordu...
Mustafa Lütfi Kıyıcı
Cengiz Erdinç
Yıllardır Taylan Özgür dosyasının takibini yapan bu gazeteciye teşekkürler...
#Kısadalganet
22Eylül 2022
Kontrgerillanın İlk Kurşunu
Yarın, 23 Eylül 1969’da kana bulanan o takvim yaprağının üzerinden 53 yıl geçmiş olacak.
O sonbahar günü Ankara’dan bir grup öğrenci, Deniz Gezmiş, Taylan Özgür, Alparslan Özdoğan, Halil Çelimli ve Sait Kozacıoğlu İstanbul Üniversitesi Öğrenci Birliği seçimleri için Beyazıt’a gelmişti. Peşlerinde polislerle…
6 Ocak’ta ODTÜ’ye gelen Vietnam Kasabı lakaplı ABD Büyükelçisi Robert Komer’ın siyah Cadillac’ını yakmış, bu yüzden tutuklanıp iki aydan fazla hapiste kalmışlardı.
Bir buçuk ay sonra Mehmet Şevki Eygi’nin kışkırttığı dinciler, Taksim’de 6’ncı Filo’nun gelişini protesto eden kalabalığa saldırdı, iki kişi öldürüldü. Aslında ilki 1968 yazında MHP Milletvekili Rıfat Baykal’ın İzmir Gümüldür’deki arazisinde açılan, Ülkücülere yakın döğüş ve silah eğitimi veren komando kampları her yere yayılmış, Ülkücülerin saldırıları artmıştı. Daha birkaç gün önce Mustafa Bilgin adlı Ülkücü öğrenci bomba yaparken gerçekleşen patlamada hayatını kaybetmişti.
Taylan ve arkadaşları üniversite bahçesindeyken bugün hala kim olduğu bilinmeyen biri geldi. Dışarı çıkacaklardı. Arkadaşları “gitmeyin” diye uyarsa da Taylan Özgür ve Sait Kozacıoğlu üniversite dışına çıktı. Bir köşesinde Turan Emeksiz anıtının bulunduğu Hürriyet Meydanı’na geldiklerinde saat 12.10’du.
Önlerini kesen sivil polisler ikisini zorla sivil plakalı siyah bir arabaya bindirmeye çalıştı. Taylan atik davrandı, diğer kapıdan çıkıp kaçtı. Boğuşurken üzerindeki ceket ve gömlek çıkmış, kırmızı ODTÜ basketbol takımı formasıyla Mithatpaşa Sokağı’na girmişti. Peşinde silahlı bir adam olduğu halde yokuş aşağı elli metre kadar koştu. Saat 12.25’te silah patladı. Taylan önce bir dolmuşun üzerine, oradan yere düştü. Saldırgan, Taylan yerdeyken bir el daha ateş etti. Güpegündüz, kalabalığın ortasında…
Silahlı adamı bir polis jipine bindirip kaçırdılar. Polisler yaralı haldeki Taylanı Kumkapı’da bulunan Toplum Polisi karargahına götürüp jopla dövdü. Her yanı morarmış bedeni 14.20’de Haseki Hastanesi’ne getirildiğinde hayatını kaybetmişti… 21 yaşındaydı.
Cenazesi İstanbul ve sonra Ankara’da binlerce kişinin katıldığı altı saat süren törenden sonra Cebeci Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Karanlık bir el uzanmıştı: Polis ağzıyla yazılan haberlerde Taylan Özgür’ün silahlı çatışmada öldüğü ileri sürüldü. Aynı gün bizzat Hukuk Fakültesi Dekanı Orhan Aldıkaçtı’nın tezgahladığı tuzakla Deniz Gezmiş tutuklandı. Haseki Hastanesi’nin hasta kabul defterindeki sayfaları bile yırtıp aldılar.
Kontrgerillanın ilk kurşunu ateşlenmişti. Cinayetleri 12 Mart darbesi izledi.
Deniz Gezmiş iki yıl sonra idam sehpasına çıktığında üzerinde Taylan’ın boğazlı kazağı vardı. “Beni Taylan’ın yanına gömün” demişti vasiyetinde.
Komer’ın otomobilini yakanlar birer ikişer öldürülecekti.
Cinayetin otuzdan fazla tanığı vardı. Gazeteci Can Ataklı, öğrenci Fahri Aral, aynı sokakta teyzesi Nimet Oral’ın evinde kalan Edebiyat Fakültesi öğrencisi Kıymet Elbaşı, Necmi Demir ve 11 yaşındaki Kadir Akın.
Tanıklar 42 polisin fotoğraflarına baktı. Ankara’dan beri dört genci takip eden sivil polislerden Lisan Çakıcı’nın üzerinde durdular. Fakat Çakıcı çoktan sırra kadem basmıştı. Ancak altı yıl sonra Almanya’da konsoloslukta güvenlik görevlisi olarak çalıştığı anlaşıldı. Taylan Özgür’ün kızkardeşi Hale Özgür Kıyıcı dönemin başbakanı Bülent Ecevit’e gitti; Lisan Çakıcı hemen Türkiye’ye getirildi, tutuklandı. Fakat tutukluluğu bir hafta bile sürmedi. Bakırköy Akıl Hastanesi’nde verilen “atipik psikoz” raporu ile serbest kaldı. Dava açılmıştı ama tanıklar çekimserdi. Akşam gazetesine “gözümün önünde kıydılar” diye demeç veren Kıymet Elbaşı mahkemeye gelmedi. Fahri Aral “aradan uzun zaman geçti, emin değilim” dedi. Bir tek Necmi Demir Çakıcı’yı teşhis etmişti. Üç yıl sonra Lisan Çakıcı delil yetersizliğinden beraat etti.
Hale Kıyıcı peşini bırakmadı; Kumkapı’da belediyenin temizlik işleri şefi olarak çalışan Lisan Çakıcı’nın Zeytinburnu’ndaki evini öğrendi ve karşısına çıktı. Çakıcı ürkmüştü, Taylan’ı ODTÜ’de bir polisin beylik silahının geri verilmesinden beri tanıyordu. “Ben Taylan’ı Ankara’dan takip eden polis ekibindendim. İki çocuğumun üzerine yemin ederim ki Taylan’ı ben öldürmedim, olay sırasında üniversitenin içindeydim” dedi.
Cinayetten 22 yıl sonra, 28 Kasım 1991’de bir basın toplantısı düzenleyen emekli kurmay yarbay Talat Turhan gazetecilerin gözünün içine baka baka “Taylan Özgür’ü öldüren bir polis değil, bir üsteğmendi ve o şimdi üst düzey bir general” dedi. İsim vermiyordu.
Taylan Özgür’ün ailesi ümitlendi. Hale Özgur Kıyıcı Talan Turhan’a o ismi sordu. Turhan “isim veremem, elimdeki dosyayı 1979 yılında İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’e verdim, o sırada odada Deniz Baykal, Uğur Mumcu ve Ertuğrul Günay da vardı” diye konuyu geçiştirdi. “Delilim yok, açıklarsam tazminat öderim” diyordu. Kıyıcı “bana söyle, ne kadar tazminat olursa olsun ödemeye hazırım” dedi ancak Turhan sustu.
Kıyıcı Uğur Mumcu’ya gitti. Mumcu Kıyıcı’yı dinledikten sonra izin istedi, telefonla Turhan’ı aradı. “Komutanım” diye hitap ettiği Turhan’la bir süre konuştu. Sonra döndü “Söz veriyorum Hale, bunu açıklayacağım” dedi. Bu konuşmadan iki ay sonra otomobiline konan bombayla öldürüldü.
Hale Özgür Kıyıcı ,Deniz Baykal’ı, Hasan Fehmi Güneş’i ve Ertuğrul Günay’ı da aradı ama görüşmeye tenezzül etmediler. Talat Turhan açıklamalarını detaylandırarak sürdürdü, olayda hem bir polis hem de üsteğmen olduğunu söyledi. Bilginin kaynağını da “cinayetin işlendiği yerde bir tanıdığım oturuyordu. O cinayete tanık olmuş, üstelik tetiği çeken üsteğmeni daha önceden tanıyormuş, bir süre sonra ona bu cinayetti itiraf ettirmiş, daha sonra da ikinci ismi söyletmiş” diyerek ve F.A. rumuzuyla anlatıyordu.
Sekiz yıl sonra SHP ile birleşen CHP kongresinde Hasan Fehmi Güneş genel başkanlığa adaydı. Hale Özgür Kıyıcı soluğu Ankara’da aldı. Kongre’de söz alıp Taylan’ın katilini gizleyenleri, soruşturmayı örtbas etmeye çalışanları anlatacak, Güneş’i bildiklerini anlatmaya çağıracaktı. Söz hakkı için genel başkanlığa aday oldu, 60 imza gerekiyordu, 114 imza topladı. Fakat son anda, parti üyesi olmadığı için kürsüye çıkarmadılar.
Kıyıcı, çaresiz kongreyi izledi. Hasan Fehmi Güneş kürsüde “Bağımsız Türkiye”den söz edince kendini tutamadı. Kürsüye yürüyüp “in ordan aşağı, eli kanlı katillerle ortaksın” diye haykırdı. Güneş’in destekçileri olayı anlamamıştı, Hale Özgür Kıyıcı’ya “ajan provakatör” diye bağırdılar. Kıyıcı hiç tereddüt etmeden tepki gösterenlerin önüne gitti, çantasından Melih Aşık’ın Talat Turhan’ın anlattıklarını özetleyen Hasan Fehmi Güneş’ten söz eden yazısının fotokopilerini çıkarıp “Utanmıyor musunuz bana provokatör demeye, alın okuyun” dedi. Kupürü okuyanlar usulca salonu terk ettiler.
Hale Özgür Kıyıcı 4 Ekim 2006 günü Bilgi Edinme Hakkı Yasası ile Genelkurmay Başkanlığı’na başvurarak kardeşiyle ilgili iddiaları dile getirip o üsteğmeni sordu. Basından sorumlu bir albayın imzasıyla gelen yanıtta “Konunun bizle alakası yoktur, hukuk yolları tükenmiştir” deniyordu.
Ancak bu başvuru taşları yerinden oynattı. Belki de sözü edilen üsteğmen artık kudretli bir generaldi.
Önce Talat Turhan, 15 yıl öncesinde de gazetecilerin gözlerine baka baka söylediği şeyi yalanladı. Taylan Özgür’ü öldüren “üsteğmen” meselesinin bir yanlış anlaşılma olduğunu açıkladı. Hemen ardından 11 yaşında olaya tanık olan, Sosyalist Devrim Partisi’nin İstanbul İl Başkanı Kadir Akın ortaya çıktı. Talat Turhan’ın “ahbabım” dediği kaynağı, Kadir Akın’ın emekli bir subay olan babası Fahrettin Akın’dı. Üsteğmen alt kat komşularıydı. Kadir Akın annesiyle tanık olduğu bu olayı babasına anlatmış, o da Talat Turhan’a aktarmıştı.
Akın Radikal İki’ye yaptığı açıklamada her şeyin bir yanlış anlamadan kaynaklandığını iddia ediyor, Talat Turhan’ın açıklamalarını destekliyordu. Taylan’ı vuran kişiyi cinayetten birkaç yıl sonra aynı binadaki hırsızlık vakası nedeniyle gelen polis ekibinin başında görmüştü. Bu polisi babası da aynı semtteki kahveden tanıyordu, “Komiser Mehmet” diyordu.
Peki ya alt kattaki üsteğmen? Kadir Akın’ın bu yeni hikayesi boşluklarla doluydu. Bu “yanlış anlaşılmayı” düzeltmek için neden on beş yıl beklediğini kimse sormuyor, o da anlatmıyordu. Taylan Özgür’ün vurulduğu sırada üzerinde olan kırmızı formayı hatırlayacak kadar keskin hafızası, sıra komşusu olan üsteğmenin ismine geldiğinde köreliyordu!
İlginç olan üsteğmenin durumuydu. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Harbiyeliler bir yıl sınıf atlamış, Talat Aydemir’in darbe girişiminde bütün öğrenciler atıldığı için Harbiye 1963 ve 1964’te mezun vermemişti. 1969’da üsteğmen ve 1991’de general kıstasına uyan beş altı general kalıyordu geriye. Hepsi de omuzlarına dördüncü yıldızı takıp orgeneral olmuştu. İçlerinde kuvvet komutanlığı, MGK sekreterliği gibi kritik devlet görevlerine gelenler vardı. Talat Turhan da “gelebileceği yere geldi” diyordu.
Hale Özgür Kıyıcı Genelkurmay Başkanlığı’ndan sonra TBMM’ye de başvurmuş, gensoru verilmesi için 20 milletvekilinden imza toplamıştı. Gensoru 343’üncü sırada gündeme alınmayı beklerken kadük oldu. Kıyıcı, kardeşi bir siyasi cinayette öldürülen Hava Kuvvetleri Komutanı Faruk Cömert’e mektup yazdı, yardım istedi. Hasan Fehmi Güneş, Ertuğrul Günay ve Deniz Baykal için suç duyurusunda bulundu ama hiçbir sonuç alamadı.
Kontrgerillanın o ilk kurşunundan sonra üç darbe girişimi, iki askeri darbe yaşandı, aydınlar öldürüldü, binlerce cinayet işlendi, katliamlar yapıldı.
Ve 53 yıl sonra, o ilk kurşun hala tetiği çekenin ortaya çıkarılmasını, cinayetin aydınlatılmasını bekliyor...
CENGİZ ERDİNÇ