KONUŞANLAR ve YAZANLAR KATILSA SAYI EN AZ İKİ MİSLİNE ÇIKAR

Emel SUNGUR

  Internet  sayfalarında günlerdir sayfalarca yazılar yazıldı örgütler üyelerine mitinge katılmak üzere çağrılar yaptılar.

Bu örgütler ki Türkiye"nin her yerinde yaygın biçimde kurulmuş,üye sayısı kiminin 50 binlerde kiminse onun çok üzerinde olan örgütler;tabi bu söylediklerim örgütlerin kendi ifadeleri ben dıştan izlediğimde anlamamın mümkün olmadığı bir konuyla ilgili yorum yapmak istemiyorum ben sadece günlerdir konuşulan12 Eylül mitinginin somuta dönüşen 13 Eylül Ankara sokaklarında bıraktığı iz düşümlerini sizlerle paylaşacağım.

            Yine daha önceki yazımda söylediğim gibi 11 de başlayacak yürüyüşe 08:40 da Gar"ın kapısında hazırdım.3-5 gurbet kuşundan başka gar personeli bir,iki kişi vardı.

Daha erkenci polisler dahi tezgahlarını henüz açmamışlardı.Personel görevlisi üzerimde bulunan tişörtten ne için orada bulunduğumu anlamış birazda sempati ile etrafımda dolanıyordu.

Bir bardak çay,yarım poğaça tıkandım onu dahi yiyemedim.Benden biraz sonra sendikacı arkadaşım yılmaz geldi bir süre sonra yüzlerce resim.Bu yüzlerce resim ne yazık ki eksik resimlerdi her seferinde alındığı yere teslim edilmemesi veya birilerinin resimleri tutuklaması nedeni  ile azalmıştı tam olarak eksiklerin yerine yenileri konulamamıştı.

Resimler 8 er,10 ar kişi halinde ve yüzleri birbirine bakarak gruplandırılmıştı. Alevi kültüründe söylenildiği biçimde “cemal,cemale” idiler.Ve onların bir sorunları yok idi.

Yavaş yavaş,ağır ağır gruplar gelmeye başladı bizlerse resimleri Ankara"nın yok edilen eskiye ait kültürünün yansımasını sergileyen Gar Binası"nın yeşil çimenleri üzerine resimleri açıp koymaya başladık.

Bakmadım resimlere,belki de bakamadım,kendimi zorlamama rağmen zaman zaman onların gözleri beni gördü.Tanıdığım gözlerdi hepsi istemeden de olsa mavi gözlerime takılıp şimşek çaktıran bu kara,ela,yeşil gözler.Yaşam,yıllar bana doğru konuşan tek şeyin gözler olduğunu öğretti.

Ayni gün yaşadığım bir başka olay yılların dostluğu,arkadaşlığı,yoldaşlığı yine gözlerle ele verdi her şeyi acılarda yaşansa,mutluluk ta yaşansa gözlerdi bunu yaşatan ve o gözler devam dedi.

Çünkü o gözlerde buğulanma,soru ve boşalmaya hazır,içi dolmuş taşacak ancak setin yıkılmasını istemeyen,göz yaşının yansımasına engel olan bir direnç ve dayanamayan gözler.

           Gözler ele verir.

           Henüz sararmamış çimlerin üzerine yine çok taze resimleri sıralıyorduk.Gar"ın yeşil alanı yetmiyordu.Bizler resimleri sıralarken Ankara sokakları biraz hareketlendi gelen geçenlerin büyük bir kısmı soru ile bakıyordu yerdeki resimlere biliyorlar mıydı acaba bu yerde bulunan resimlerin onlar için gittiklerini,onların bu caddelerde rahat gezmesi,aç kalmaması,çocuklarının şeker yemesi,uçurtma uçurması,askere giderlerin yolculandığı gibi neşe içinde geri dönmeleri,topraklarının her gün bir parçasının satılmadığı,her kesin birbirini sevdiği,kavga yerine barışın kalıcı olduğu,her kesin kültürünü inancını,kültürünü,dilini,cinsiyetini ve sevgisini özgürce yaşayabileceği bir dünyayı kurmak için bu gün resimlerde olduklarını biliyorlar mıydı.

Elbette gidenler inandıkları tüm bu söylemleri yaşama geçirmek için bu gün resimlerdeydiler.Ama bu gün resimlere seyirci kalanların vicdanların da biraz da olsa bir kıpırtı, biraz sevgi var mı acaba bu yeşil çimlerin üzerinde yatan fidanlara karşı.Elbette bu bahsettiğim o günkü yol arkadaşları için değil onlara biraz sonra değineceğim.

           Resimler henüz yerde.

           Saat 11;00,

           Biraz daha hareketlendi Ankara .

           Yürüyüş saatimiz yaklaşmıştı ama ona gelmeden

önce bir,iki fotoğraf var sizlerle paylaşacağım;hızla gelen kırmızı şapkalı, yelekli kırmızı tişörtlü bir erkek önde, bir adım arkasında yeni babaanne olan nermin,elbette öndeki alaaddin zaman zaman ciddi kavga ettiğimiz alaaddin.önden gitme nedeni ise karısını arkada bırakmak için değil biran evvel alana girip arkadaşları ile olmak,aslında bazen söylemeyi pek beceremese de,söylerken adeta karşısındakini dövüyormuşçasına konuşsa da içinde geçmişten kalan duygusallığı biran önce paylaşmak için koşturuyor.

Bu güne olan hassasiyeti samimi,içindeki duygular kendi yaşanmışlığı ve şimdi yaşadıkları bir bütün.

Hep kendimce düşünürüm geçmişte,çocuklukta yaşadıklarımız bizleri ya çok katı yada alabildiğine duygusal yapıyor böyle günlerde belki de çocukken okşanmayan kafamız,alınmayan bir balon,karne aldığımız günlerde yanımızda olmayan bir baba hepsini birlikte yaşatıyor insana,çünkü yerdeki resimlerle bizleri birleştiren, alandakileri birleştiren duyguların bir kısmı da böylesine masumane duygularla başlayan,büyüyen ve yayılan duygular.

              İkinci fotoğraf; Mustafa daha 16 yaşında tanışan cezaeviyle,zayıf ve yorgun  yüzünde bu gün yalnızlıkta gördüm,belki de bu yüzden çok konuşmadan ayrıldım yanından.

              Üçüncü fotoğraf ;Sümer abla uzun süredir tedavi olmasına rağmen saat 10:00 da gelmişti garın bahçesine, bahçedeki gölgede bulunan bankın üstüne oturmuştu.

Kim bilir hangi anısı canlanmıştı gözlerinde aslında gelen gidenle konuşuyordu ama iyi tanırım kendini konuşuyor gibi yapıyordu gözler,yine gözler bazen çok uzak bazense tam karşısında duran Gar Lokantası"nda idi.Ankara"yı Cumhuriyet dönemi kültürüyle bilenler yaşayanlar yakın tanır bu lokantayı,özel günlerin,özel yemeklerin yendiği,müzikli,son derece şık bir lokanta olan Gar Lokantası ne yazık ki yok edilen Cumhuriyet dönemi kültürüne ait ilk boşaltılan yerlerdendi.

Gar Lokantası anılarını annemden de çok kez duymuştum.Ordu"dan Ankara"ya geldiğinde bizlerce saygınlığı olan büyüklerimiz tarafından yılda belki bir iki kez aileleriyle gittikleri bu içkili,müzikli lokantaya annemi de götürdüklerini.

Evet Sümer abla (eşi şimdi aramızda değil) eşi ile kim bilir kaç kere bu lokantaya gitmişlerdi,ancak sonra dan gelip Sümer ablayı yakalayan yıllar ve geçen 15 sene Sümer ablayı bu gün 70"li yaşların üzerinde olmasına rağmen Garın bahçesine getirmişti.

O geçen 15 sene pek kolay kolay sıkıştırılmış satır aralarıyla ifade edilemez.Sümer abla çok sevgili eşi şermin ağabeye başkaldırmıştı,isyan etmiş ve tercihini gar lokantası yerine garın bahçesinden yana koymuştu zor yıllarda.Belki bir gün kendinin de izniyle 60 yaşında başlayan çalışma yaşamını sizlerle paylaşırım.

              Resimler yerden yavaş yavaş kalkıyor.

              Yürüyüş saati yaklaştı ama yazanlar ve panellerde konuşanlar hala yok ortada.

Belki de hiç olmayacaklar.Öylede oldu,yürüdük sıcaktan daha çok yalnızlık,terkedilmişlik,haksızlık beni yormuştu.Belki de beklentimde gerçekçi değildim.

Toplum ne kadar seyretmeyi seviyor onu gözlemledim.Bir inşaat yapımı vardır,temel için kepçeler çalışır,bakarsınız insanlar başına birikir saatlerce seyreder,kaza olur yol kapanır arka arkaya arabalar park eder yolun ortasına seyretmek için onların yaptıklarının yeni bir kazaya yol açabileceğini düşünmeksizin,yolda araba birisine çarpar yine seyircidirler yardım etmekten ziyade,zabıta simit camekanını alır,simitleri yerlere atar( görevini yapan uyaran için demiyorum.) seyreder millet ses yoktur.

Bu seyirci halk da bizi yol boyunca seyretti aslında vicdanlı olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim çünkü yine gözler konuşuyordu,özellikle kadınlar da onu yakaladım.Diğer seyircileri değil ama bunları anlıyorum.              

               Bu topraklarda yaşayan hepimiz büyük acılar yaşadık,haksızlıklar,yok edilişler,

yok sayılışlar,horlanmalar.Ve bugün öylesine sahipsiz ve yalnızlaştırılmış ki insanlar  korkuyor bu baskıcı devlet,baskıcı hükümetler,baskıcı bürokrasi,baskıcı aile,baskıcı cins sıralandıkça artan bir listeyle karşı karşıya kalmaktan.

Öylesine kendini sahipleneceğine inandığı bir partiye ihtiyacı var ki.Ama ona da ulaşmanın örgütlenmeden geçtiğini de fark etmiyor.Salt aile ve akraba, (o da bu ekonomik koşullarda yaşanıyorsa) belki akrabada yok o çerçeve içinde kimilerinin yaşamı çocuklar iş sahibi olsun,arabası olsun,evi olsun,evliliği olsun sıra sıra olsun kavgası üzerine sadece kurulmuştu.

               Toplumun sığınacak limana ihtiyacı var.Yolu yarıladık bu denli hüznün yanın da hoş bir manzara biz henüz köprünün üzerindeyiz en önde bizle birlikte “DARBECİLER YARGILANSIN ” sloganını benimseyen polisler yürüyor,onlar köprünün altına geçmişler bile bizden daha hızlılar elbette.Sadece kılıçları yok,kalkanları var.

Duruyorlar,önden iki kişi el ediyor yürüyorlar bu böyle devam ediyor.Dur işareti veriyor duruyorlar,bekle işareti geliyor bekliyorlar.

Meşhur Radyoevinin önünden sakin geçtik bir gece önce etkinlik çerçevesinde zaten oradaydı herkes.Evet geldik yine yaşadığımız ilde bize izin verilebilen bir iki yerden Sıhhiye Meydanına.

               Tandoğan Meydanının eski halini bilenler anımsar bu günkü haline dönüştürmek için yönetenler çok çaba gösterdi o müthiş alanın hınca hınç dolması yönetenleri korkutmuş olacak ki küçültmek için her şeyi yaptılar son olarak ta orta yerine bir çaydanlık oturttular.Tandoğan  meydanından sıhhiye meydanına her neyse ikisi de meydan.

               Burada ki resimse Nedim Ağabey nüfus kağıdı 75 yaşa  vuran 35"lik Nedim ağabey bizi sıhhiye meydanında karşıladı.Ve miting sonuna kadar hiç durmadan dolandı belli ki oda rastlamak istediği gözleri aradı.

               Bizim bu meydanlar da aradığımız o yüzler bence bir kez dönüp aynaya baksınlar ve kendi gözlerini görsünler yalan söyleyemeyen gözlerini, içlerinden gözlerine nedenli baskı yaparsa yapsınlar kazanacak olan gözler olacak.İstedikleri kadar mazeret üretsinler,kendilerini ikna etmek için gerekçeler sunsunlar gözler geçmişe ihanet etmez.

Gözler yanında ölen arkadaşın unutulmasına izin vermez,sonuna kadar diye verilen sözü inkar etmez beklenen tekrar ayni şeyleri yaşamak için meydana inmek değil beklenen sadece bir dostluk,sadece bir vefa, sadece bir gün ayırmak.

                 Aslında bunları yazarken ve düşünürken kendimi öylesine yoruyorum ki belki hiç değmez bazılarına bunları söylemeye,duyurmaya hiç gerek yok ama sıkıntım burada olmayanlar,bir gün dahi ayırmayanlar yazıyor, çiziyor,konuşuyor,örgüt yönetiyor itirazım buna.

Böyle olunca yazılanlar,konuşulanlar,çizilenler insanların yaşamına yansımayınca sadece masa başların da,basın önünde söylenip böylesi duygunun dalgalandığı,hırçınlaştığı bir günde onları araların da göremeyince yalnızlık ve güvensizlik başlıyor.Toplum örgütlenmek için yola çıktığı örgütlerle bağını yavaş yavaş kesiyor.

               Söyleyecek ve söylediklerini yapacaksın.

                Her yerde ayni konuşacaksın,bölgeye,çevreye,cinse göre değil.Alevilerin içinde herkes Aleviliği konuşur,Kürtlerin içinde herkes Kürtleri konuşur,kadınların içinde herkes kadın sorunlarını konuşur.

Önemli olan her yerde ayni dili konuşmak çünkü bu yaptığın şeye inanmaktır,buda senin yönlendirmeye çalıştığın insanların sana güvenmesidir.

               Mitingi düzenleyen arkadaşlara,emeği geçenlere minnettarım,hem konuşup,hem de yazıp orda olmayanları görme fırsatı yakaladık,hem de 4 yıldır farklı resimleri tek resim yapma çabasındalar.

Biraz daha özenle mitingin daha düzenli olabileceğini düşünüyorum;bu gün öfkemizin doruğa ulaştığı,hüznümüzün dışa vurduğu gün anonsların da bizlere yakışır vakurlukta ve duygu yoğunluğun da olması gerekir.Ayrıca hiçbir ismin unutulmamasına özen göstermek gerekir,tekrarlar yerine her isme ulaşmaya dikkat etmeliyiz.

Çağırıcı gruplardan beklentim kendilerini binlerle üye sayısı ile ifade ederken bu sayının alana yansımasını sağlamanın da bir görev olduğunu unutmamalarıdır.Bu yapılan işin nedenli önemli olduğunun ve sizin yaptığınız bu eylemde samimiyetinizin yansıması olacaktır. 

                Güvenmek ve inanmak gelecek bu iki gizemli sözde gizli, bunu gerçekleştirmek ve yaşatmak içinse emek vermek lazım.

                 Bizler örgüt yöneticileri bir araya gelmeliyiz ancak bu bir protokol çerçevesinde değil samimiyet çerçevesinde bir araya gelinen buluşma olmalı çünkü bende artık ülkedeki sorunların çözümü noktasında ortaklıktan ziyade herkesin sadece kendi sorununun çözümü noktasında odaklandığını,diğer imza atılan birlikteliklerde ne yazık ki söylemek zorundayım sadece şekilsel olarak bulunduklarını düşünüyorum.

                Ülkemiz bir daha 12 Eylül acısı yaşamasın.

               Dinsel ve ırkçı siyasetlere teslim olmamanın yolu birliktelikten geçer ancak inanmış ve güvenmiş birliktelik.

                Böyle bir çağrıyı yaparken Pir Sultan"ın sözleriyle yapmak isterim.

'Sefasına cefasına dayandım / Bu cefaya dayanmayan gelmesin / Hem rengine boyasına boyandım / Bu boyaya boyanmayan gelmesin" der Pir Sultan.

            Yazımı “darbeciler yargılansın”

          “zorunlu din dersleri kaldırılsın” sözlerine ilave olarak “resimlerdeki gözleri unutmayın” diyerek sonlandırıyorum.14.09.2008 Ankara

Emel Sungur