TOPLUM NASIL DÖNÜŞTÜ? (Meraklısı okusun biraz uzun)
Ekonomik kayıplar yerine konulur. Yapılan kadrolaşma yapılacak bir reorganizasyonla düzeltilir. Yargıda, emniyette ve güvenlik sisteminde yaratılan aşınma onarılabilir. Eğitim sistemi baştan ayağı elden geçirilerek modern, bilimsel ve kamusal bir hale getirilebilir. Evet, biraz zaman kaybederiz ama bunların hepsini iki üç yıl gibi bir süre içinde çok daha sağlıklı hale getirebilir. Bunları başarabilecek toplumsal dinamiklere, tarihsel tecrübeye ve insan potansiyeline sahibiz. Lakin çok uzun süre düzeltemeyeceğimiz bir sorun var.
Ak Parti'nin yönetişim sürecindeki en büyük tahribat sanıldığı gibi ekonomide olmadı. Asıl yıkım; insan kalitemizde, toplumsal ahlakımızda ve dayanışma bilincimizde gerçekleşti. Doksanlı yılların AKP hükümeti dönemini bile mumla aratan karanlık yıllarını da sayarsak, yaklaşık olarak 35 yıllık bir süreçte çok büyük bir tahribat yaşadık.
Ak Parti hükümeti 2000'li yılların başlarında ülke yönetimini ele geçirdiğinde toplumun seküler kesimi "eyvah, şeriat geliyor" paranoyasına kapıldı. Ortaya çıkan ve çıkabilecek diğer bütün olumsuzlukları görmezden gelerek yada bir kenara bırakarak, "şeriat gelecek" paradigmasını kutsadılar. O zamanki muhalefet de tüm politik söylemini "ya şeriat, ya biz" düzlemine oturttu. Ve özellikle 90'lı yıllardan miras aldığı şeriat paranoyasını toplumun seküler kesiminin üstüne boca etti. Böylece tüm ulusalcı, laik, seküler, liberal muhalefet iki öcüyle korkutulmaya başlandı. Biri Kürtler ülkeyi bölecek, diğer şeriat gelecek endişesi!
İlk dönemde AKP tarafından uygulanan ve ABD tarafından desteklenen, görece halkçı/ılımlı ekonomik program ve liberal sosyal politikalar, muhalefeti tabir yerindeyse halkın gözünde küçük düşürdü. Çünkü ilk dönemlerinde (2003-2011) AKP politikalarında halk hiç de muhalefetin yarattığı korkuyu göremedi. Ve giderek coşkuyla AKP'ye bağlanmaya ve muhalefeti basiretsizlikle suçlamaya başladı. İşte ne olduysa bu dönemde oldu. AKP, bu dönemde sadece seçim kazanmakla kalmadı, o günden sonra bugüne kadar yapılacak tüm seçimleri kazanacak toplumsal dokuyu yani insan modelini inşa etti. 2017-2018 yılına gelene kadar Tayyip Erdoğan'ın karşısına kim çıkarsa çıksın herhangi bir şekilde seçim kazanma ihtimali yoktu. Bu nedenle ben 2017-2018 yılından önceki seçimleri "sözde seçimler" "kazananı belli" seçimler olarak görüyorum. O dönemin muhalefetinin yapacak çok da şeyi yoktu. Kalmamıştı. 2017-2018 döneminden sonraki seçimleri tartışılabilir. Muhalefetin küçük de olsa bir şansı vardı. Ama o da gerçekleşmedi.
Bu yazıyı yazmaktaki asıl amacım bu olmasa da muhalefetin tutumuna yada yanlışına değinmeden geçmek olmaz. İlk olarak CHP süreci hep "laik-antilaik" tartışması üzerinden yürüterek zaten kısır bir döngüye girdi. AKP süreci öyle güzel yönetti ki, laisizm savunusunun altını boşalttı ve muhalefetin fetişist söylemini halk nezdinde karşılıksız bıraktı. Muhalefet; rakı içip, bikini giymek isteyen bir avuç sosyal elitin, memleketin kıyı kesimlerine sıkışmış, elinde Atatürk bayraklarıyla gezen, İzmir Marşını söyleyen ve nerdeyse tamamı zenginlerden oluşan bir grubun feryadı haline dönüştü. Anadolu'da ve gariban halk üzerinde hiç bir etkinliği ve karşılığı kalmadı. Hatta bu kesimle CHP'nin sosyal elitleri arasında bir düşmanlık oluştu. Kaybedilen seçimlerin sorumluluğu gariban halkın üstüne atılarak "makarnacı, koyun vs" gibi yakışıksız benzetmeler yapıldı. Muhalefet "salak" diyerek aşağıladığı halktan oy istemek için kapısına gittiğinde nefretle karşılandı.
O güncel tartışmaya girmek istemiyorum ama Kılıçdaroğlu bunu belli bir yerden sonra fark etti. 2018 yılından sonra parti kadrolarını ve söylemini bu "üstenci bakıştan kurtarmak için" ciddi bir revizyon yaptı. Parti elitlerin partisi olmaktan çıkarılarak, halkın partisi yapılmaya çalışıldı. Daha halkın gündelik sorunlarına ilişkin politikalar dile getirilmeye başlandı. Parti vitrini yenilerek, öteki kabul edilenlerle bir uzlaşı arandı. Bayram ikramiyesi ısrarı, EYT baskısı, halk ekmek, aile kartı vs gibi halkın gündelik sorunlarına ilişkin realist söylemler bir çok büyük şehir belediyesinin alınmasını ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde % 48'leri geçen bir oyun alınmasını sağladı. CHP, mütedeyyin dindarlarla, varoşlarla, kısmen sosyalistlerle ve Kürtlerle bir yakınlaşma sağlayarak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde % 48'i geçti. Halen daha o günlerin ekmeğini yiyor desek yalan olmaz. Kılıçdaroğlu başarıya en çok yaklaşandı ama o bile tüm bu çabasına karşın kazanamadı. Bundan sonra öyle bir oya ulaşılabilme ihtimali görmüyorum.
Peki, muhalefetin bu yanlışlarını bir kenara bırakırsak, AKP'nin kazanmasının temel saiki neydi? 2017-2018 yıllarına kadar muhalefet hiç bir hata yapmasaydı da seçim kazanamazdı. Peki neden? AKP o güne kadar kendi insanını yarattı. Belediye kadrolarını rüşvet vererek, Kaymakamlıklar kanalıyla verilen sosyal yardımlar, engelli bakım ücretleri, kamu kurumlarındaki taşeron şirketlere kendisine oy veren her aileden bir kişi alarak, kendisine destek olan yerel patronları ve esnafı ihya ederek seçmenini kendi arkasına topladı. "Biz gidersek bunlar sizi mahveder" diyerek yarattığı korku ile de seçmenini konsolide etti. Artık onlar birer seçmen değil, iman eden müritlere dönüştürüldüler. Sekülerlerin "şeriat gelecek" korkusunun karşısına, "camileri yıkacaklar" korkusunu koydular. Toplumu birbirinden nefret eden iki kampa böldüler.
Seçmen olmaktan çıkıp, müride dönüşen bu insanlar artık liderlerinin yanlışına doğrusuna bakmaksızın fanatik bir bağlılık gösterdiler. Uygulanan politikalarda kendileri aleyhine şeyler de olsa sineye çekerek "reisin bir bildiği vardır, o ne yaparsa doğru yapar" demeye başladılar. Artık mesele doğru yanlış meselesi olmaktan çıkıp, onlar ve biz fanatizmine dönüştü. Haksızlık, hukuksuzluk, sömürü ahlaki olarak sorgulanmaktan çıkarılarak, onu kimin yaptığına bakılır hale geldi. Yapılan haksızlığı gözü ile görse de emin de olsa, "bizimkiler yapmışsa ses çıkarmamak gerekir" demeye başladılar. Hakemin takımlarının aleyhine çaldığı bir düdükte, tuttuğu takımın oyuncusunun yaptığı faulü gözüyle görse de hakemin ve yerde acıyla yatan rakip oyuncunun anasına söven taraftarlara dönüştüler.
İnsanlardaki doğruyu alkışlama, yanlışı eleştirme, hakkaniyet, adalet, vicdan gibi hasletler yok edildi. Toplum; faydacı, çıkarcı, riyakar, adalet duygusunu yitirmiş, ultra bencil, gemisini yürüten kaptan, kişisel çıkarını tüm ahlaki değerlerin önüne koyan bir hale getirildi. Yani AKP kendi seçmenini, kendi insanını yarattı. Bundan sonra yapılacak bir seçimde bir insanın bu ülkede seçim kazanabilmesi için yeni bir Tayyip Erdoğan olması gerekmektedir. Öyle ki, geldiğimiz noktada görüyoruz ki AKP sadece kendi seçmenini değil, muhalefetin seçmenini de dönüştürmüş. Onlar da kendi Tayyip Erdoğan'ını yaratma ve doğruluğunu/yanlışlığını sorgulamaksızın ona iman etme peşindeler. İmamoğlu bu anlamda, CHP'nin Tayyip Erdoğan'ı yapılmaya çalışılıyor. Yanlıştan ve ayıptan münezzeh bir şeyh haline getiriliyor.
İşte Türkiye'de düzelmesi iki belki üç kuşak yani 20-30 yıl sürecek olan asıl yıkım budur. Toplumsal ahlakın, adalet ve dayanışma duygusunun yitirilmesi! Biz, bu insanları nasıl dönüştüreceğiz? Hangi eğitimle, hangi otoriteyle bunu başaracağız? Asıl üzerinde düşünmemiz gereken şey bu... Çünkü muhalefet de böyle bir toplum istiyor ve tüm siyasi geleceğini böyle bir toplum üstüne kurguluyor. Bırakın şeriatı, giderek ve ısrarla bir Yahudi toplumuna dönüşüyoruz. Her şeyi paraya tahvil eden bir insan grubu yarattık. Bunu değiştirmeden kişi başına milli gelirimiz 50 bin dolar da olsa fark etmeyecek.
@öne çıkar