MEHMET CANTEKİN’İN ARDINDAN TAYLAN ÖZGÜR’ÜN DE
KATLEDİLDİĞİ, DENİZ GEZMİŞ’İN DE TUTUKLANDIĞI GÜNDÜ...
Vietnam Devrimi'nin lideri Hi Şi Minh 79 yaşında ölmüştü. Ho Amca, Sovyet-Çin gerginliğinin had safhaya ulaştığı, Türkiye sol hareketinin uluslararası referans arayışı içinde bulunduğu günlerde bizler için önemli bir semboldü. 9 Eylül 1969 tarihli Ant'ın kapağını ve orta sayfalarını Ho Amca'ya ayırmıştık: "Dünya büyük bir devrimciyi kaybetti."
O sıralarda Deniz Gezmiş, hakkında gıyabi tutuklama kararı olduğu için, aranmaktaydı. Ho Şi Minh'le ilgili sayı yayınlanınca telefon ederek ne denli duygulandığını anlatmış, ardından da kendi durumundan bahsederek, "Kavga giderek sertleşiyor.
Sanıyorum bunlar beni artık hiç rahat bırakmayacaklar..." demişti.
On gün sonra, 19 Eylül 1969’da, Orman Fakültesi’nin devrimci öğrencilerinden Kâhta'lı Mehmet Cantekin, bir öğrenci direnişini desteklemek üzere gittiği Işık Özel Mimarlık ve Mühendislik Yüksek Okulu’nda kurşunlanarak katledildi.
20 Eylül 1969’da sağ cenahtaki bir iç hesaplaşma sonucu komandolar MTTB merkezinde Mustafa Bilgi adındaki genci öldürdüler.
Gençlerin varlığı salonda öylesine etkili olmuştu ki, savunmamdan sonra cumhuriyet savcısı da yazdığım yazıda suç unsuru bulunmadığı yolunda görüş bildirdi, mahkeme heyeti de oybirliğiyle beraatime karar verdi. Mahkeme salonundan alkışlar arasında ayrıldık.
Karardan sonra alt kata inerek Deniz'i buldum.
"Arkadaşlar senin beraat ettiğini söylediler, geçmiş olsun," dedi... "Ama devrimci basına ve devrimci gençliğe karşı bu dâvalar bitmez. Daha ağır şeylerle karşılaşacağız... Mehmet Cantekin'i vurdular... Daha kimler vurulacak? Yarın serbest bırakılsam bile hayatta bırakırlar mı? Ama direneceğiz..."
Deniz haklıydı. Tutuklandığı o gün İstanbul'da Taylan Özgür de vuruldu.
Üç gün sonra, 23 Eylül 1969...
Ant'ta yayınlanan "Kavga zamanıdır" başlıklı yazımdan dolayı İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nde altı yıla kadar hapis istemiyle yargılanıyordum.
Her zamanki gibi sıramın gelmesini beklerken adliye koridorlarında boydan boya volta atıyordum. Bir anda giriş kapısında büyük bir gürültü koptu, kapıya doğru seyirttim. Önde polislerin arasında Deniz Gezmiş, arkada da devrimci gençler...
Deniz o gün görüşmek üzere gittiği Hukuk Fakültesi Dekanı Profesör Orhan Aldıkaçtı'nın ihbarı üzerine fakülteyi basan polisler tarafından yakalanarak gıyabi tutukluluğu vicahiye çevrilmek üzere adliyeye getirilmişti.
Deniz'i hemen alt kattaki bir bekleme odasına götürdüler. Onunla birlikte gelen gençler beni görünce niçin orada olduğumu sordular. Duruşma sıramı beklediğimi söyledim. Bunun üzerine gençlerin bir kısmı benimle birlikte yargılanacağım Ağır Ceza Mahkemesi'nin önünde toplandı, duruşma sıram gelince de izleyici olarak salondaki dinleyici sıralarını doldurdu.
Gençlerin varlığı salonda öylesine etkili olmuştu ki, savunmamdan sonra cumhuriyet savcısı da yazdığım yazıda suç unsuru bulunmadığı yolunda görüş bildirdi, mahkeme heyeti de oybirliğiyle beraatime karar verdi. Mahkeme salonundan alkışlar arasında ayrıldık.
Karardan sonra alt kata inerek Deniz'i buldum.
"Arkadaşlar senin beraat ettiğini söylediler, geçmiş olsun," dedi... "Ama devrimci basına ve devrimci gençliğe karşı bu dâvalar bitmez. Daha ağır şeylerle karşılaşacağız... Mehmet Cantekin'i vurdular... Daha kimler vurulacak? Yarın serbest bırakılsam bile hayatta bırakırlar mı? Ama direneceğiz..."
Deniz haklıydı. Tutuklandığı o gün İstanbul'da Taylan Özgür de vuruldu.
Cinayet makinesi işlemeye başlamıştı.