HAYATIN ÇOCUKLARI

 

HAYATIN ÇOCUKLARI
 
Kentin kalabalığı  arasında hızlıca kayıp giderken insanlar, Küçücük bir el tuttum. O minicik sesi duydum.”Abla bir mendil alsana, karnım aç simit alacağım. Kimse mendil almıyor. Baktım üstüne başına. Ayakkabıları, kendinden fukara, belki hiç montu olmamıştı. Konuşmamız devam ederken şunu söyledi bana;”Abla sen yazar olmuşsun ya benim hiç kitabım olmadı biliyor musun? Beni de yazsana. Eğer beni yazarsan bu mendili bedava vereyim sana”…
 
  Bir nevi hayatın çocukları onlar. Hayata küçücük yaşlarda merhaba diyen, küçük insanlar…
 
Aslında bu çocuklar kimsesiz değildir. Sokakların kimsesizleridir. Çoğu ailesi tarafından terk edilmiş, çoğu bazı sebeplerle evden kaçmış sokakların kimsesizleri onlar…
 
Pek çoğumuz yanından geçerken tiksinerek baktığımız, ama küçücük şefkate ihtiyacı olan küçük bedenlerde xl giyinen insanlar onlar…
 
Tüm dünyada en çok çocuk sahibi olan tek yer hayatın  çocuklarıdır. Onların ne annesi ne babası olmuştur hayatlarının en hassas dönemlerinde… Onların annesi, babası, ailesi; hayat olmuştur. Onlar birer hayat çocuklarıdır.
 
Oyuncakları  olmamıştır onların. Hiç izleyemediği çizgi filmlerin kahramanlarını hayal bile edememişlerdi belki de. Anneydi belki de en çok demek istediği. SAHİ VAR MIYDI BİR ANNELERİ. Kim bilir neredeydi. Nasıl okşardı başını acaba… Onlar resimlerde çizerlerdi anneyi, yanlarında kendilerini de çizerek. Var mıydı sahiden bir anneleri, onları hayata getiren. Kim bilir neredeydi. Belki hiç görememişlerdir ekmek arası köfteyi. Sıcak bir odada yorganın altında masal dinleyememiştir onlar. Kendi masallarından başka… Doğumuyla, göbek bağından yakalanmışlardı sokaklara, hayata…
 
Onların hiç  bayramı olmadı biliyor musunuz? Bayram onlar için sıradan bir gündü. Hayatın elinden başka öpülecek bir el yoktu onlar için. Hiç bilyeleri olmamıştı onların, ya da lahanadan bebeklerle oynayamamışlardı hiç. Üstelik çok yoksuldular. Hem de çok yoksul…
 
Şarkılar öğrenememişlerdi onlar. Belki kendi hayatları idi şarkıları… Belki en yanık türkü onlar için yazılmıştı. Belki de en hakiki şiirdi onları anlatan.
 
Ceplerinde bilyeleri yoktu, paraları da. Doğuştan cepsizdi onlar. Bu yüzden elleri hep üşürdü onların
 
Babası  olsaydı ah keşke! “bir babam olsaydı yanımda” diye iç geçirirlerdi. Üşümeyecekti elleri o zaman. Hep omzuna atlayıp beraber maça gidecek. Aynı takımı tutacak, maçı kazandıklarında babası ona hediyeler alacaktı. Ama bu geceyi de köprü altında geçirdi be! Hasan, Ahmet Ayşe, Fatma…
 
Düşleri anlat denildiğinde utanırdı onlar. Düş neydi ki… Anne babadan başka… Neredeydiler şimdi.
 
Haydi, anne ve babası bak oğul seni düşlüyor. Kurtarabilir misin? Kurtaramazsın değil mi? Kim bilir neredesin şimdi. Kaybedilmiş bir geçmişin ve aslında hiç olmayacak bir geleceğin en gerçek kahramanı onlar… Okul yerine hayatın koridorlarında koşar onlar. Gülerken bile çocukça değil kahkahaları… Onların kahkahaları bile olgun bizlerden.
 
Kimliksiz küçük insanlar onlar.Ana adı :Hayat baba adı: yalnızlık…Yok işte bir adları bile.Hepsinin soy ismi aynı..Memleketleri,kentin sokakları.Ne düşleri var ne umutları…Konuşmamız esnasında gözlerim doldu...
 
“Abla beni bir annem babam varmış gibi anlat. Babam beni dövsün, topu patlattığım için, annem ceza versin üstümü kirlettiğim için. Kardeşim oyuncaklarımı kırsın ben çok sevinirim. Neden biliyor musun? Oyuncaklarımı kıran bir kardeşim olabileceği için. Beni böyle anlat abla. Düşlerimi sorma. Benim düşlerim yok. Uçurtmama takıldı onlar.”
 
Nilsefa Öneş
 
Yer: Sakarya Caddesi/Kızılay-Ankara

Önceki ve Sonraki Yazılar