Geçen "16 yıl" mı gerçekten

Geçmişe dair bazı günleri anımsarken insan anımsamak istemez, bazıları da hiç gözünün önünden gitmeyen bir kabustur adeta .

Gerçekten yaşanmış mıdır bunca olay, gerçekten adına insan denen ama insanlıktan nasibini almayan mahluklar böylesi güzel insanları bir araya toplayıp insanları yakarak katletmiş midir ? Bu katlediş nasıl bir yöntemle olmuştur?  YAKARAK ve YAKARKEN SEVİNÇ ÇIĞLIKLARI ATARAKMI

olmuştur ? Bu bir milattır.

        Bu hem Aleviler için hem de bu ülkede değişimin, barışın, özgürlüğün, insan hakları savunuculuğunun, cumhuriyetin sahiplenicileri için bir milattır.

Geçmişi, tarihi yazan olayları  anımsadığımızda bir çağın açılıp, diğer çağın kapanması  böylesi olaylardan farklı değildir, Türkiye ne yazık ki yüzyılların gerisinde kalarak bu tarihi kanlı sayfalara ilave etmiştir.

           Denilebilir ki “ bir avuç insanın yaptığını neden topluma mal ediyorsun ?” 

Nedenlerini dilimin döndüğünce anlatmaya,  kalemim yazdığınca ifade etmeye çalışıyorum. Bu öylesine bir zincir ki, öylesine birbirine bağlı ki ; Bu herkesin ne işi vardı Aziz Nesin"in, neden Sivas"a gidildi? sorusundan başlayarak yeniden çok konuşulan ve sorulan soruların bir kısmını bilgim dahilinde ve 16 yıldır yaşadıklarım çerçevesinde yanıtlamaya çalışıyorum.

            Yalnızım ve karşımda ayna var kendim dahil her şeyi sorgulamak üzere yapıyorum 16. yılın değerlendirmesini süzgeçlerden süze, süze, tekrar başa dönüp hafızamı tazelemeye çalışarak.

         Gidildi çünkü gidenlerin büyük bir bölümünün nüfus kağıtlarında doğum yeri hanesinde “ Sivas” yazılıydı, gidildi bizim her birimizin seçim döneminde sokak sokak kapı çalıp oy istediğimiz ve toplumun haksızlığa uğramış, ötekileştirilmiş kesimlerinin sığındığı bir parti olduğunu söyleyen bir parti iktidar ortağı idi ve bu program iktidar ortağı partinin bakanlık yaptığı kurumlarla ortak hazırlanan bir programdı. Bakanından ( açılışa katılacağını söylediği için ona göre saat programlanmıştı), bakanlığa bağlı Sivas il müdüründen, sanatçısına, ayni partinin Parti Meclisi üyelerinden, belediye meclisi üyelerine herkes bu programın hazırlanma aşamasından program yapımına, orada konuşma talebine kadar adeta yürütme kurulu gibi dahil olmuştu her aşamada program hazırlama sürecine. Hatta yaşam boyu doğruları söylemekten hiç vazgeçmediğim için söylüyorum açıkçası programı hazırlayan arkadaşımız    Ali Balkız ve il yönetiminde birlikte çalıştığım başkana “ beni neden konuşmacı olarak  yazmadınız” diyerek bir kez de kendimi ben hatırlatmış dahil olmuştum programın akışına, ayrıca o yıllarda  böylesi bir etkinliğe katılmak için illa konuşmacı olmak gerekmiyordu . Aleviler ve demokrat kesimler adeta bu günü iple çekiyordu. Çok iyi hatırlıyorum sevgili gençlerin bir kısmı hem ekonomik koşullar hem de çeşitli sorumluluklar nedeniyle semah ekibi, tiyatro ve görevlilerin dışında kalınca aileleri derneğe gelmiş tepki göstererek gençlerle birlikte “ biz neden götürülmüyoruz, gidenler neye göre seçildi” sözleriyle duygularını ifade etmişlerdi. Daha sonra “benim çocuğumu sen götürdün” diyenler bile olabilirdi o gün bunları söyleyenler. Hepimizin anımsadığı gibi Divriği Kültür Derneğinden katılımcılar olmuştu. Böylesine ellerin birleştiği, gönül gözlerinin ayni yere baktığı, ortak bir organizasyondu 2 Temmuz 1993 Pir Sultan Abdal Etkinlikleri.

       İktidar ortağı olan ve büyük ölçüde neredeyse hepimizin partisi gibi görünen partinin güvencesinde programlama işinin en özel ve önemli yanını oluşturan gönüllü olarak herkesin katıldığı ortak bir organizasyondu. Sanıldığı gibi veya topluma sunulduğu gibi sadece davetiyenin arkasına yazılan isimlerin değil adı yazılı olmayan isimlerinde program hazırlanma noktasında içinde olduğu geniş bir organizasyondu.  
 

       Bir şey unutulmuştu, Pir Sultan idam edilirken ona atılan tek gül, en fazla yakan, en fazla yaralayan o tek gül.  

        Sonucun vahimliği düşünülmediği için ortak sorumluluk bütün çalışmaları yürütenlerce yazıya elbette dökülmemişti, birbirimize güvenemezsek kime güvenip yola çıkacaktık. O zaman köy derneği konumundan çıkmaya çalışan dernek ve ona yardımcı olan daha farklı çevrelerle ilişkisi olan derneğin o günkü entelektüel çevresi.

        Yani organizasyonun ; yasal yazışmalarını yasal prosedürünü kurumsal niteliği ile dernek yönetimi  yerine getirecekti. Onlarda büyük ölçüde yazılı isimlerdi, asıl programın içeriğini hazırlayan, konuşmacılar, sanatçılar, program akışı, etkinlik alanlarını saptayan derneğin kültürel etkinliklerini de hazırlayan ( dernek içinde eğitim çalışması niteliğinde her hafta veya her özel günde yapılan panelleri düzenleyen) diğer bir kesim  birlikte güzel bir dayanışma içinde yürütüyorlardı çalışmaları.

      Bu gün olsa böylesi bir etkinliği yapmak daha kolaydı gelişen ilişkiler ve tanınan isimler olmamız nedeniyle. O gün dernekle el ele verip program yapımını kolaylaştırıcı olarak  Aziz Nesin"den diğer katılımcılara kadar bağı olması nedeniyle veya daha kolay iletişim kurması nedeniyle Ali arkadaşımız üstlenmişti. Başlangıç tam bir imeceydi. Bu çalışmaların tümü 2 Temmuz 1993 günü yaşanılacaklar elbetteki düşünülmeden yapılan iş bölümüydü ,

        onun acısı, yakan tarafı ne yazık ki 2 temmuz 1993 gününden sonra ortaya çıktı. Sevgi, dostluk, dayanışma ve iyiyi yapıp “ bizde varız” demek için yola koyuluş ne yazık ki böylesi bir katliama dönüşecek, böylesi bir sonuç göstererek her bakımdan çok canımızı yakacaktı. Ve bundan sonraki süreçte ayni ortak çare, ortak sorumluluk ve imece maalesef yok olacaktı.

       2 Temmuz tarihi Sivas"ta yaşananlar otelin içi, hastane, emniyet süreci, telefon bağlantıları, vali, sırtını otele dönüp giden gitmeden dışarıdakiler, ülkenin asıl sahipleriyle konuşup (hatta yanlış hatırlamıyorsam elini omzuna koyan  veya sırtını pışpışlayan) tugay komutanı, siyasi partilerin yaptığı açıklamalar, o günde isimleri Alevi örgütü olarak yazılı olup kulağı duymayan, gözü görmeyen örgütler, yardım talebi, yol gösterici, yalnızlığı hafifletici olarak aranan tek tek isimler reddedilişler.

       Ve tüm bunların ötesinde o gün Sivas"ta yaşananlar ve Sivas"ı yaşayanlar.

 

        2 Temmuz 1993 yılı yüzyılın utancı olan Madımak Katliamı yaşanmamış olsaydı bu başarının sonucunda herkes nasibini belki de hak ettiğinden daha çok alacak ve

        “ ben yapınca böyle yaparım, hep ben yaptım, nasıl becerdim” sözleriyle bu acı yerine tarihe bu not düşülecekti.

Yaşandı ne yazık ki böylesi bir acı, o süreci yaşayan insanların yüreklerinden beyinlerinden bir ömür atılmayacak bu acı yaşandı.

Yaşananın böylesi bir acı  olmasının yanı sıra bedeli, sorumluluğu, daha sonra ki mahkeme sürecinin ihtiyaçları, karşılanması gerekenler, anlatılması gerekenler, dünyaya duyurulması gerektiğinin inancı ve gece yattığında gözlerimiz önünden silinmeyen o sıcaklık, Madımak otelinin  içindeki bizlerin hepimizin çok yakın tanıdığı çocuklarımız, arkadaşlarımız, onları yolcu lamamız ve ne yazık ki 2 gün önce anlatmaya çalıştığım karşılamamız.

         Ve yürekleri yanan aileler.

         Hiç aklımızdan çıkmayan acıları, yanan yürekleri, yerine konulamayacak ömür boyu sürecek yürek sancıları.

         Ve birkaç aileye anlatamadığımız “bu acıyı bizimde onlar kadar değil ancak çok derin yaşadığımız, sancılarının 16 yıldır devam ettiği” idi .

         Bu duygularımızı bir türlü çeşitli engellemelerle anlatamamamız, anlatsak ta öylesine  kesin hüküm ve yargılar vardı ki, öylesine beyinlere işlenmişti ki bazı konular kaya gibi sert ve acımasız durup duruyor bazı yüreklerde ve bu değişmiyordu .

          Ve çok yakın dostluklarım oluşan  aileler. Bir kısmını sürekli aradığım aileler konuşmasam gözünü görünce içine bakıp acının yakıcılığını hissedip kontrolsüz akan göz yaşlarımı onunla paylaştığım aileler, ablalarım, kardeşlerim onlardan asla vazgeçmeyeceğim dostlarım.

         20 yıldır birlikte olduğumuz kadın komisyonumuzdaki kadınların 16. yıl olan o süreçte yaşadığı fizyolojik ve psikolojik sorunları. Kendi ev iç yaşadığımız sorunlarımız uzun süre evlerde sofra kurulup masaya oturulup yemek yenmemesi, bir araya gelince denetleyemediğimiz göz yaşlarımız hep birlikte ağladığımız arkadaşlarım. Onlarında uğradığı haksızlıklar. Giydiklerinden saç rengine, oturmasından konuşmasına sürekli itiraz olan biz kadınlar. Evdeki eşleri ve çocukları zaman içinde  tepki gösterse de hiç yılmadan 7 sene boyunca mahkemeye katılıp aileleri ve yöneticileri yalnız bırakmayan kadın arkadaşlarım. 16. senede öne çıkmadan, geride durarak Karşıyaka Mezarlığında olan ve bir sürü bölgelerde, televizyonlarda nutuk çeken, Sivas" ı kitaba dönüştürüp yazan, hatta somut olayların içine çiçek, böcek yerleştirip adeta romana dönüştürenler, deyişler yazıp kasetler yapanlar Sivas"ı anlatanlar orada bulunmazken orda hazır bulunan kadınlar. Eğitimsizlikle, bilgisizlikle  suçlanan ama bütün bunlara rağmen cebindeki ulaşım parasının dışında parası olmasa da işyeri olanlar dükkana kilit vursa da Adliye koridorlarına gelmekten vazgeçmeyen arkadaşlarım. Öğlen mahkemeye ara verildiğinde yetişemeyiz diye  yakında bulunan dernek yöneticilerinin “ gelin bir bardak çay için” tekliflerini geri çeviren kadınlar.

       Mitinglerde birkaç ailenin yakan bakışları nedeniyle “bir daha mitinge gitmeyeceğim” deyip, bir sonra ki yıl katılımı artırmak için konu, komşu, akrabayı toplayıp herkesten önce mitingde yerini alan kadınlar.

       Mahkeme koridorlarında daha yeni tanışılanların elleri sıkılırken bizim uzanan ellerimizi görmeyen, geri çeviren 2 Temmuz öncesi görüştüğümüz, evlerimize gidip geldiğimiz birkaç isim.

     Belki hiç sıkılmaması gereken siyasilerin eli sıkılırken, birlikte çay içilirken bakışlarla boğulan biz kadınlar.

        Evet yaşandı 16 yıl.

        İlk defa mahkemeyle tanışan, yönetici olmak veya yönetimi yalnız bırakmamak için bizimle yargılanan bu kadınlar acılarını, üzüntülerini içlerine atarak 2 temmuz tarihinin kara sayfasının unutulmasına izin vermemeye çalışarak bir şeyler yapma çabası içinde olan bizlerde böyle yaşadık bu yılları. O süreçte yönetici olan bizlerin en az 10- 15 davası vardı. Ve bize destek için çekinmeden imzalarını atıp “ bende varım” diyen kadınlar.

       Bir yandan büyük ihtiyaç olan Demokratik Alevi Örgütlenmesinin görevlerini yerine getirmeye çalışırken. Korku, kuşku, kaygının kol gezdiği yıllarda Pir Sultan ismini hiç ağzımızdan düşürmeden ulaşmaya çalıştık herkese. O süreçte elbette tek yapmadık tüm bunları. Zaman zaman ayrı düşsek de bu işe inanarak gönül veren, emek veren, canı-başını bu yola koyan arkadaşlarla yaşadık bu 16 seneyi. Bize kendi iç örgütlenmemizden çok bazen yol arkadaşımız olan sendikacı, dernek yöneticisi, meslek odası yöneticisi arkadaşlarımız güç ve omuz verdi. Bu gün hala bu örgütlenme için bir şey yapabilme gücümüz varsa bu omzumuzu dayadığımız sağlam dostlardan kaynaklanmaktadır. Aksi taktirde böylesine sıkıntılı bir süreci aşıp ayakta kalmak ve çok iddialı olmasa da bir şeyler üretmek mümkün olamazdı.

Hepimiz kendimizle yüzleşmeliyiz, karşımızda böylesi bir sorunlar yumağı varken neden böylesi ayrılıklar yaşıyoruz, neden birinin “değeri yok” ta “ ben en  değerliyim”, neden “onun sorunu beni ilgilendirmez , bir tek benim sorunum önemli”, neden “ben en iyisiyim, onlar işe yaramaz”, “onlar beceremez, o anlamaz” ve bunun gibi binlerce soru işaretleriyle dolu olan kafamızı boşaltıp çıkamıyoruz yeniden yola. Dolu kafalarla çıkılan yol ne yeni bir yol olur nede o yoldan sonuç alınır.

Bir yerde yanlışlarımız, eksikliklerimiz, kişisel beklentilerimiz, kafamızın karışıklığı, ideolojik tutarsızlıklarımız, yaptığımız işleri birbirine karıştırma, ufak ekonomik çıkarlar bütün bunların hepsi sonuçta salt bizim yaşamımızı değil ne yazık ki toplumun yaşamını ve geleceğini etkiliyor. O nedenle o süreçte Demokratik Alevi Örgütlenmesine sahip çıkmayıp bu gün ortaya çıkanlardan, organizasyonun içinde bulunanlara, evinde radyo dinleyip dizine vurup dövünen ancak evden dışarı çıkmayıp bizim yanımızda olmayanlar, 2 Temmuzun ehemmiyetini o gün bilmeyen veya bilse dahi hiçbir şeyi paylaşmayıp bu gün nutuk çekenden, panellere gidip konuşanlara, daha 1- 2 yıl önceye kadar kapalı mekanlarda Sivas Katliamını 10, 15 kişi ile anma toplantısı düzenleyip geçiştirenlere, mesleği avukatlık olup bir kez dahi mahkeme kapısına gelmeyenlerden, siyasetçilere velhasıl insanım diyen her kez bir daha düşünmelidir tarih 1993 olup, 16 yıl önce dese de bize 100 yıl gibi gelen yılları bir kez daha değerlendirmelidir.

Benim için bir umut olmuştu 2008 Sivas, 2 temmuz 2009 günü bu yıl ne yazık ki ayni umut yaşanmadan umutsuzluğa dönüşüverdi. Bu umutsuzluğumun nedeni örgütçü olmasam “ bana ne yöneticilerin başarısızlığı” der geçerdim, ama ben asla öyle düşünmüyorum. Bu hepimizin yanlışı, bu hepimizin eksikliği, bu birlikte olamamanın sonucu, bu 2 Temmuz tarihini başka tarihlerle karıştırıp, geliş nedenimizi unutup, hepimizin gönlünde yatan taleplerin ifade edildiği bir deşarj olma imkanı olarak algılanması sonucu katılım düşüyor geleceğe olan  umutsuzluk başlıyor. Ve yönetici sıfatını taşıyanlar topluma umutsuzluk aşılayamayız, aşılayamazlar, umutsuzluğu umuda dönüştürmek örgütlerde iddia sahibi olanların görevidir. Ankara, Sivas, Banaz nerede olursa olsun yapılan her etkinlik ortak başarı veya ortak başarısızlık olmalıdır. Belki yazılı metinlerde, tarihe düşen kayıtlarda sadece bir örgütün adı olsa dahi bizim gibi örgütler iç içe giren birbirinden ayrılması kolay olmayan örgütlerdir.Asla katılım iyi değil “onlar yaptı”, “ geçen sene şu yapıldı” diyemeyiz.

            Ayni 2 Temmuz 1993 günü 20. yüzyılın silinmez karası olan Sivas Katliamında olduğu gibi “ ben yönetici değildim veya benim tertip komitesinde adım yok” sözleri sadece etrafa karşı insanı rahatlatır ya vicdan. 08.07.2009

Emel Sungur

Önceki ve Sonraki Yazılar