SUSKUNLUK VE ÖLÜM

SUSKUNLUK VE ÖLÜM

Canlılar, bireyler öldüğü gibi, kurumlar, tüzel kişilikler ve Devletler de ölüyorlar. Anadolu toprakları bu konuda her türlü tanıklığı yapacak durumdadır. Doğusundan Batısına, Kuzeyinden Güneyine her tarafta Tarihin yuttuğu, ölümü tatmış Devlet kalıntılar

SUSKUNLUK VE ÖLÜM

 ABDULLAH AYDIN

             [email protected]

 

            Ölüm kimilerine göre son, kimilerine göre ise başlangıç.                                                           Ölüm konusunu farklı inançlar farklı değerlendirebiliyorlar. Kimi toplumlar doğumu, kimi toplumlar da ölümü kutsuyorlar.

            Bilim ise ölüme ve varlığa daha farklı yaklaşıyor. Bilim, Fransız kimyacı Antonio Lavaisier’in ileri sürdüğü gibi, ”Hiçbir şey yoktan var olmaz, var olan hiçbir şey yok olmaz” düşüncesinden hareket ediyor.  

            Bu konuda henüz evrensel bir konsensüs oluşmuş görünmüyor. Varlık yokluk konusunda tartışmalar devam ediyor ve daha da devam edecek gibi görünüyor.

            Kısa ve basit tanımıyla ölüm; canlının çevreye olan etkisinin yok olması, organın ve organizmanın işlevselliğini kaybetmesidir diyebiliriz.

            Canlılar, bireyler öldüğü gibi, kurumlar, tüzel kişilikler ve Devletler de ölüyorlar. Anadolu toprakları bu konuda her türlü tanıklığı yapacak durumdadır. Doğusundan Batısına, Kuzeyinden Güneyine her tarafta Tarihin yuttuğu, ölümü tatmış Devlet kalıntıları vardır.

            Devletlerin ecelleri ve sonları, kötü yönetim, Adaletsiz yönetim, iç karışıklıklar ve savaşlar, dış saldırılar ve işgaller nedeniyle geliyor.

Temennimiz, Anadolu topraklarının yeni bir kayboluşa tanıklık etmemesidir.     Zorlanıyoruz; çünkü Siyaset ve yönetim eliyle kutuplaştırmaya (Polarizasyona) uğramış bir toplumun ilkeli kucaklaşması da zor görünüyor. Kimi dış yorumcu ve siyasi analistler de, “Türkiye bölünme sürecinin Psikolojik aşamasını tamamlamıştır” diyorlar.

            Kimi iç dinamikler bu yorumu (aslında istek) kışkırtır, destekler uygulamalar yapmaktan geri kalmıyorlar. Demokrasiyi doğru uygulamayanlar, ülkede Hukuku egemen kılmayanlar, hamaset edebiyatıyla, özellikle yoksul kitleleri Türkiye Coğrafya ve kültürüne ters düşen, Dünya ilişkilerine zarar verecek eğilimler etrafında pekiştiren siyasetçiler bu yabancı yorum ve isteklerin zeminini hazırlıyorlar.

            Mecliste, cenaze törenlerinde, sokak gösterilerinde bile ‘bölünme’ kelimesi geçiyorsa durum normal değil demektir.

            Cumhuriyetin kimi Milletvekilleri Cumhuriyet dönemine ‘Reklâm arası’ diyorsa ve bu aranın bittiğini söylüyorsa ülke için tehlikeli bir durum var demektir.

            Millet iradesini, Cumhuriyet ve Demokrasi ilkeleri çerçevesinde egemen kılmakla görevli Meclisin büyük çoğunluğu iradesini birilerine teslim ediyorsa,

            Ülkenin seçilmiş yöneticileri, bulundukları makamları siyaset hırsları uğruna ilga etme aşamasına gelmişlerse,

            Yargı Siyasetin emri altına girmeyi kabulleniyorsa,

            Üniversiteler Mektep konumuna gelmeyi kabulleniyor, fikir üretmesi, yol göstermesi gereken bilim insanları ağızlarının bantlanmasını kabulleniyor, kalemler satılıyorsa,

            Sivil toplum kuruluşları kendilerini lüzumsuz hissediyor ve ülke sorunlarına bigane kalıyorlarsa, ülkede işler ters gidiyor demektir.

            Bir toplum, bir Devlet bu kadar olumsuzluğu yaşıyor ve gelişmeleri seyrediyorsa, kendi çukurunu kazıyor demektir.

            Toplum,  olası belaları defetmesi, ülkenin feraha erişmesi için Demokratik iradesini Hukuk içerisinde göstermeli, sahte yüzlere körü körüne bağlanmamalıdır, susmamalıdır.

            Tarihin karanlık kuyuları, daha çok suskun toplumları kucaklamayı sever de!

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.