ORDU TARİHİ VEFA BEKLİYOR

ORDU TARİHİ VEFA BEKLİYOR

Orta Karadeniz Bölgesinin Türk iskânına açılması Danişmendliler ve Hacı Emiroğulları zamanında başlamıştır. Danişmendlilerin ileri karakol olarak kullandıkları ve Hacı Emiroğulları Beyliği’nin kuruluş merkezi olan Mesudiye’deki Milas Kalesi çevresindeki d


ORDU TARİHİ VEFA BEKLİYOR

Mithat BAŞ

Ordu yöresinin tarihi derinlikleri araştırıldığında geçmişte bu bölgede yaşamış birçok farklı toplumun bulunduğunu ve bu toplumlardan kalma kalıntı ve isimlerin de günümüze kadar geldiğini görmek mümkündür. eskipazar camisi-400.jpg

Bugüne kadar yapılan bilimsel araştırmalardan anlaşılmıştır ki, M.Ö. yaklaşık 2000’lerden itibaren Orta Karadeniz Bölgesi birçok devletin egemenliği altına girmiştir. Hititler, Kaşgalar, Amazonlar, Frigler, Kimmerler, İskitler, Medler ve Persler, Büyük İskender, Pontus Devleti, Roma ve Bizans İmparatorlukları, Trabzon Rum Devleti, Türk Beylikleri (ki bu yörede özellikle Danişmendliler, Hacı Emiroğulları ve Taceddinoğulları söylenebilir), Osmanlı İmparatorluğu ve nihayet Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu topraklarda hüküm süren siyasi organizasyonlardır. 

Böylesi siyasi değişimlere sahne olan bir bölgenin nüfus yapısının ve kültür kimliğinin değişmesi de kaçınılmazdır.  

Kültür kimliği denildiği zaman ilk akla gelen dildir. Yani eski deyimle lisan. Lisanın yaygın olması ve bölgede çeşitli coğrafi adlara damgasını vurması o lisanın ticaret dili olup olmamasına da bağlıdır. Nitekim ilk çağlarda bu topraklarda yaşamış çok çeşitli kavimlerin dillerinden günümüze kadar gelen ticaret dili olarak kullanıldığı için yalnızca Grekçe olmuştur. M.Ö. 600’ler civarında kurulan Helen kolonilerinin bu coğrafyada ticaret dili olarak Grekçeyi kullanması, daha sonra da Bizans döneminde bu dilin resmi dil olarak kullanılması, bölge kültürünü önemli ölçüde etkilemiştir. Ülkemizdeki Türkçe olmayan adlandırmaların da büyük bölümü bu kültüre aittir.  

Orta Karadeniz Bölgesinin kültürel kimliğinde ikinci büyük değişiklik Türklerin bu bölgeye yerleşmesi ve yurt tutmalarıyla başlamıştır. Bu yöreye Türklerin en yoğun olarak geldikleri ve çeşitli köy ve kasabalar kurdukları dönem 11. ve 16.  yüzyıllar arasıdır. 11. yüzyıldan itibaren yörenin kültürel kimliği büyük oranda değişmeye başlamıştır. Bu süre de bin yıllık uzun bir süredir. 

Yöreye gelen Türkler, kendilerinden önce kurulmuş olan köy ve kasabaların adlarını genellikle değiştirmemişlerdir. Nitekim Karadeniz Bölgesinde, hatta Anadolu’da Türklerin gelmesinden önce kurulmuş köy ve kasabalar fethedilerek ele geçirilse bile ve hatta nüfus yapısı tamamen değişse de, bazı ara dönemlerin uygulamaları haricinde yerleşkelerin eski adları olduğu gibi kalmıştır. 

Ancak Türkler, bizzat kendi kurdukları köy ve kasabaların, yakın çevrelerindeki mevkilerin ve yaşadıkları çevredeki coğrafi oluşumların adlarını, kendi dillerinden vermişler ve kültürel kimliklerini bu coğrafyaya kazımışlardır. 

Orta Karadeniz Bölgesinin Türk iskânına açılması Danişmendliler ve Hacı Emiroğulları zamanında başlamıştır. Danişmendlilerin ileri karakol olarak kullandıkları ve Hacı Emiroğulları Beyliği’nin kuruluş merkezi olan Mesudiye’deki Milas Kalesi çevresindeki dağ adları çok ilginçtir. Türkiye’nin hiçbir bölgesinde böyle bir adlandırmaya rastlanmaz. Erdembaba, Dumanbaba, Karababa, Kılıçbaba, Sarıbaba,  Akbaba, Karaaslan ve Hüseyindede gibi adlandırmalar bu tepeler etrafında kümelenen Türkmenlerden günümüze kadar gelen adlardır. Ayrıca bu tepelere ait efsaneler de söylenegelmiştir. 

Yörede tepelere verilen adlar bunlarla da sınırlı değildir. Ulubey’ın yakınlarındaki Şayip  Tepesi ve Fermüde Tepesi de buralarda yurt tutan Türkmen beylerinin adlarını taşımaktadır. Türk halkı, bu topraklara tutunmalarını sağladıklarına inandıkları şahsiyetleri o kadar kutsamıştır ki, bu tepelerde yatanları kendi kültürlerinde evliyalaştırmış, onları çaresizliklerinin çaresi olarak görmüşler ve bu tepeleri ziyaretgâh haline getirmişlerdir. 

Bölgede Türkmen adlarının bir kısmı da idari birimlere verilmiştir. Ebulhayr Kethüda, Şemseddin Kethüda, Sevdeş Bey, Alibeğce, Pir Aziz, Satılmış-ı Bayram, Satılmış-ı Mezid Bey, Mehmet Çamaş ve daha adlarını saymadığımız nice şahsiyet.

Ordu yöresindeki yerleşke, mevki ve diğer coğrafi adlandırmalar çok büyük bir ölçüde Türkçe adlardan oluşmaktadır. Bu adlar, coğrafyamızın tapuları gibidir. 

Türkmenler yaşadıkları bölgelere etnik damgalarını vurmuşlardır. 

Coğrafyamızın tapusu haline gelmiş olan bu adları yaşatmak, Ordulular olarak bizlere sorumluluk yüklemez mi?  Kuşkusuz yüklemelidir. Bu konudaki sorumluluğumuz da Ordu kent merkezinden başlamalıdır. Mithat Baş20150424214343.

Gelelim Ordu kent merkeziyle ilgili tespitlerimize. Ordu yerleşkesi de yukarıda bahsettiğimiz köy ve idari birimler gibi Türkmenler tarafından kurulmuştur.  Hatta Oğuz Türkleri tarafından Karadeniz Bölgesi’nde kurulan tek il adıdır.  

Ordu İli’nin adının nasıl verildiği, Osmanlı Tahrir Defterlerinin günümüz Türkçesine çevrilmesiyle açıklığa kavuşmuş ve bu konuda ileri sürülen diğer görüşler büyük oranda çökmüştür. 

Ordu, Türkçe bir kelimedir. Sözlük anlamı, bir devletin silahlı kuvvetlerinin tümü veya bu kuvvetlerin bir bölümüdür. Amaç ve nitelikleri yönünden benzer insan topluluklarına ve çok sayıda kalabalığa da bazen ordu denildiği olur.

Ordu, Osmanlı arşivlerindeki belgelere göre Türkler tarafından kurulmuş bir yerleşkedir. İlk çağ ve Orta çağda bugünkü Ordu’nun kurulduğu yerde aynı adla anılan antik bir kalıntı yoktur. Günümüzde Ordu yakınlarında Bozukkale olarak adlandırılan antik “Kotyora”nın Ordu ile hiçbir tarihi bağlantısı bulunmamaktadır.

Ordu yerleşkesi, yöreyi Türkleştiren Hacı Emiroğulları tarafından kurulmuştur. Kentin ilk nüvelerinin atılması Hacı Emiroğulları Beyliği’nin en parlak dönemi olan Süleyman Bey zamanıdır. Beyliğin kurucusu Bayram Bey’dir.  Onun oğlu Hacı Emir Bey ve Emir Bey’in oğlu Süleyman Beydir. Süleyman Bey, babası ve dedesinin yaklaşık yüz yıldan fazla mücadeleleri sonucu geniş bir araziye sahip olan beylik sınırlarını daha da genişletmiştir. Batıda Tacettinoğulları Beyliği’nin büyük kısmını kendi beyliğine bağlayan Süleyman Bey, sonra da Mesudiye yöresinde yoğunlaşmış bulunan Türkmen oymaklarını sahillere yerleştirmek için bölükler oluşturmuştur. Bu bölüklerin her birine kendi komutanlarını atamış ve Giresun’un batı ve doğu kısımlarını tamamen beylik sınırları içine aldıktan sonra Türkmenlerin buralara iskânını sağlamıştır.

Bölgenin tamamen fethinden sonra sıra beylik topraklarının ortasında kalan Giresun’un fethine gelmiştir. Süleyman Bey, karargâhını 1396 yılında günümüzdeki “Eskipazar”a kurmuştur. Bu yerleşkeye de “Nefs-i Ordu bi-ism-i Alevi” adı verilmiştir. Günlerce bu karargâha asker toplanmıştır. Nihayet Ordu’da toplanan ve sayıları on iki bine ulaşan ordunun oluşmasıyla Giresun’un fethi için sahilden yola çıkılmıştır. Süleyman Bey 1397 ilkbaharında Giresun’u da fethederek Türkmenlerin iskânına açmıştır. 

Bilindiği gibi Türkmen beylerinin ikamet merkezilerine “Ordu” denildiği çok sık rastlanan bir olaydır. Örneğin Tacettinoğulları Beyliği’nin merkezi Niksar iken, kışlak olarak kullandığı bugünkü Çarşamba’ya bağlı Ordu Köyü de aynı Türkmen geleneğinden gelen bir adlandırmaya sahiptir.

Benzer bir Ordu Köyü de 15. yüzyıldaki Canik Sancağı’nın en doğusunda yer alan “Satılmış-ı Mezid Bey” Nahiyesi’ndeydi. Satılmış-ı Mezid Bey, bu sancağın önemli idari birimlerinden birisiydi ve bu birime yaklaşık 90 köy bağlıydı. Günümüzde yörenin merkezi olan Fatsa, o yıllarda bazı ticari ve sınaî faaliyetlere sahne olan önemli bir köy durumundaydı. Yöredeki yerleşme yerlerinden Ordu ve Bolaman “nefs” olarak zikrolunmuşsa da, her ikisi de şehirlere has özelliklere sahip olmaktan uzaktılar. Ordu’nun önemi (Günümüzde Fatsa’da Eskordu/Eski Ordu olarak anılan köy), muhtemelen bu kırsal nahiyenin merkezi –ki  “nefs” olarak anılması da bununla ilgili olmalı- ve yörede subaşılık yapan Mezid Bey’in kardeşi Beyazıd Bey’in ve yakınlarının 15. ve 16 yüzyıllarda yaşadığı yer olmasından gelmekteydi.

Bundan da Türkmen beylerinin yönetici olarak oturduğu yerleşkelere “Ordu” ismi verildiği anlaşılmaktadır. 

Yukarıda belirtildiği gibi, Hacı Emiroğlu Süleyman Bey’in karargâh kurduğu ve Giresun’u fethetmek için asker topladığı, günümüzdeki Eskipazar mevkii, 1396 tarihinden itibaren çevredeki halk arasında ve Tahrir Defteri kayıtlarında “Ordu” olarak adlandırılmıştır. 

Tarihi süreç içinde bu ad hiç değişmemiştir. Kimi zaman Bayramlu-yı Ordu, kimi zaman Nefs-i Ordu, kimi zaman da Canik-i Bayramlu-yı Ordu olarak söylenegelmiştir. Osmanlı belgeleri olan Tahrir Defterleri, Avarız Defterleri, Mühimme Defterleri, Ceride Defterleri, Salnameler ve Kadılara gönderilen hükümlerde Ordu kent merkezi için hep bu adlar kullanılmıştır. 

Peki, Orduluların bu kenti kuran Hacı Emiroğlu Süleyman Bey’e bir vefa borçları yok mu? Elbette olmalıdır. 

Son yıllarda Ordu tarihi ve Eskipazar’daki tarihi kalıntılarla ilgili çok güzel gelişmeler olmuştur. Bu konuda duyarlı insanlarımızın yıllardır dillendirdikleri Orta Karadeniz Bölgesini Türkleştiren Hacı Emiroğulları’ndan kalma Eskipazar’daki “Bayram Bey Camii” ve çevresiyle ilgili tapu tescilinin yapılması ve sonra da “ata yadigârı” bu kalıntılara sahip çıkılması isteği, İl Kültür Müdürlüğümüzün çabaları ile sonuç vermiştir.   

Bu olumlu gelişmeler, 2013 yılında İl Kültür Müdürü Erkan Gülderen'in Eskipazar camisinin restorasyon işlemlerini başlatabilmek için buranın vakıf olup-olmadığına yönelik ''bir kayıta ulaşabilir miyiz'' yönünde Osmanlı Arşivleri Uzmanı hemşerimiz Adnan Yıldız’dan yardım istemesiyle başladı. Adnan Yıldız, arşivlerde uzun taramaların sonunda 22.Z. 1135 (Hicrî) / 23.09.1723( Miladi) tarihli ve Osmanlı Arşivlerinde, Dosya No: 249 Gömlek No:12415 Fon Kodu: C.EV ve Yine 27.S. 1128 Hicrî/ 21.02.1716 Miladi ve Dosya No: 69 Gömlek No: 7430 Fon Kodu: İE. EV. olarak Osmanlı Arşivlerinde kayıtlı bir başka belgeyi buldu. Bu belgelerde Eskipazar’da bulunan Bayram Bey Camii'nin vakıf olduğuna dair bilgiler bulunmaktaydı. 

Osmanlı Arşivleri Uzmanı Adnan Yıldız, bu belgeleri İl Kültür Müdürlüğü’ne ulaştırdı. İl Kültür Müdürlüğü, bu bölgelerle vakıflara müracaat etti. Vakıflar Bölge Müdürlüğü de bu belgelere dayanarak Eskipazar Köyü tapusuna dahil olan “Bayram Bey Camii” ile çevresindeki Parsel no: 112 ve yüz ölçümü 14.823 m2’lik (yaklaşık 15 dönüm) araziyi köyün tapusundan alarak vakıflara geçirdi. Yani cami ve 15 dönümlük yakın çevresinin vakıf eseri olduğu tescillendi. Daha önemlisi Hacı Emiroğulları Beyliği’nin kurucusu Bayram Bey’in adı da tescillenmiş oldu. Bu durum çok önemlidir. Çünkü artık buranın asıl sahibi ortaya çıkmıştır.  Bu tarihi caminin restorasyonu konusunda bir engel de kalmamıştır.

Eskipazar’daki Caminin varlığı ve yaşatılması için yöredeki en eski vakfın kurulduğu 1455 tarihli Osmanlı Tahrir Defterlerinde ve daha sonraki yüzyıllarda düzenlenen Avarız Defterlerinde de açıkça belirtilmektedir. 1642/43 yılına ait yöreyle ilgili Avarız Defterinde, söz konusu caminin ilk onarımının o yıllardaki çevre köylerden toplanan 20’den fazla ustanın çalıştırılmasıyla yapıldığı, Bucak ve Karakarlı köylerinin bu caminin bakım, onarım ve ihtiyaçlarının karşılanmasından sorumlu oldukları, bu sorumlulukları karşılığında her iki köyün de vergiden muaf tutuldukları açıklanmaktadır. 

Söz konusu belgede Osmanlı yönetiminin caminin onarılması konusundaki kararlılığı da dikkat çekmektedir. Belgenin günümüz Türkçesine çevirisi şöyledir: 

 “Ordu Bayramlı Kazası’nda bulunan eski beylerbeyi evkafından (Hacı Emiroğulları Vakfı) olan caminin her türlü bakımı ve tamirini yapmak, imam ve müezzinin aylıklarını ödeme karşılığında Bucak Köyü vergiden muaf tutulmuştu. Yeni vergi yazımında hizmetleri devam eden haneler, hizmetlerine devam etsinler. Camiye hizmet etmeyenler vergi verecek hane olarak kaydedilsin. Fermanı mütalaa edilerek harap olduğu açıkça görülen bu kadim camiden dolayı görevini yapmayan ahali vergi verecekler hanesine yazılmalı. Caminin bakım ve onarımı için başka köyler tayin edilmeli. Yoksa cuma ve bayram namazları kılınamaz hale gelir. Padişah Hazretlerinin devam-ı devletleri için iki yüz seneden beri dua edilen bu eski caminin harap olması uygun değildir. Bucak Köyü vergi hanesine yazılarak bu görev kendilerinden alınıp Serdar Ahmet Ağa başkanlığında Yeniçeri Hüdaverdi mutemet olacak şekilde yeni görevliler tayin edildi. Bu görevliler, adı geçen caminin bakım, onarımını yapmak, müezzin ve hatip vazifelerini eda eylemek üzere vergiden muaf tutulacaklardır. Görevlerini yapmadıkları zaman, yeniden vergi hanesine yazılacaklardır.” (1642 Tarihli Avarız Defteri)

Aynı cami, 1782–83 yılında da ( Hicri 1197) o zaman Ordu Kazası’nın bağlı olduğu Karahisar-ı Şarki Mutasarrıflığı’nca da onarılmıştır. Mutasarrıf Battal Hüseyin Paşa camiyi onartarak bir de kitabe yazdırmıştır. 

Eskipazar’daki bu tarihi caminin ahşap oymalı ve bulunmaz bir sanat eseri olan giriş kapısı ne yazık ki bulunduğu yerde muhafaza edilememiş ve Ankara Etnografya müzesine taşınmıştır. Bu büyük bir talihsizliktir. Bu yetmiyormuş gibi son yıllarda bölgedeki mezar taşları bile korunamamış, Civil suyunun taşkınları sonucu mezarlık tahribata uğramıştır. Üstüne üstlük öz be öz Türkmen kalıntısı olan cami ve hamam kalıntıları botanik bahçesine boğdurulmuştur.  

Bütün bu gelişmeler tarihimize saygı ve vefayı gerektirir. O halde ne yapılmalıdır?   

Batılı bir ülke kentindeki kültürel dokuyu alıcı gözle izlediniz mi? Benim böyle bir imkânım olmadı. Ancak görsel ve yazılı medya ile sinema filmlerinden gördüğüm kadarıyla batı kentleri hakkında bilgi sahibiyim. Buralarda kendi ülkelerinin tarihi dokusunu yansıtan anıt ve heykellere, kültürel değerlerini sembolize eden yapılara sıkça rastlamak mümkün. Özellikle İtalya’daki Roma uygarlığından kalma heykellere bayılırım. Onları gördüğümde benzerlerinin ülkemde sadece antik kent kalıntılarında rastlanmasına hayıflanırım. İnsan ruhundaki zarafeti yansıtır heykeller. Uygarlığın bir ölçüsüymüş gibi gelir bana.  

Heykel kültürü bize cumhuriyetle birlikte girmiştir. Osmanlı dönemine ait çok kaliteli ve kültürel değeri olan anıtlarımız ve tarihi dokumuz varsa da, heykellerimizin pek yaygın olduğu söylenemez. Çocukluğumdan beri belleğimde yer eden Samsun’daki Atatürk heykeli, Afyonkarahisar’daki Zafer Anıtı,  Ankara Ulus’taki Atatürk Anıtı gibi tarihi olayları simgeleyen eserler, sayıları az da olsa bende derin izler bırakmıştır. Onları gördüğümde “harbe” gidip bir daha dönmeyen, hiç tanımadığım ve öyküleriyle büyüdüğüm yakınlarım aklıma gelir. Garip bir duygudur bu. Anlamayan, bu duyguyu hissedemez. 

Ben, Eskipazar’daki cami ve diğer kalıntıların artık sahipsiz olmadıklarından emin olmak istiyorum. Ordu kentinin ilk nüveleri olan buradaki tarihi kalıntıların botanik bahçesi içinde kaybolmasını hazmedemiyorum. 

Eskipazar’daki kalıntıların korunması için emek harcayan herkese bir kez daha teşekkür ediyorum. Ama buraya Bayram Bey’in, Hacı Emir Bey’in veya Ordu kentini kuran Hacı Emiroğlu Süleyman Bey’in İl Kültür Müdürlüğünce de 2013 yılında projelendirilen heykelinin dikilmesinin bir vefa borcu olduğunu düşünüyor ve Büyükşehir Belediyemizin bu konuya el atmasını umuyorum. 

 

***

 

KAYNAKÇA: 

YEDİYILDIZ Bahaeddin –ÜSTÜN Ünal, 1455 Tarihli Tahrir Defteri

YEDİYILDIZ Bahaeddin –ÜSTÜN Ünal, 1485 Tarihli Tahrir Defteri

YILDIZ Adnan, Osmanlı Belgelerinde Ordu

ÖZ Mehmet- ACUN Fatma, 1642 Tarihli Avarız Defteri 

ÖZ Mehmet, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Canik Sancağı 

Devleti-i Aliyyeyi Osmaniye Salnameleri (1846-1868 arası)

Trabzon Vilayet Salnameleri (1869-1910 arası)

BAŞ Mithat, Ordu Yöresi Tarihi, Ordu 2012

BAŞ Mithat-GÜRSOY Ahmet, Ordu Yöresinde Oğuz Boyları, Ankara 2008

 

SÜMER Faruk, Oğuzlar, İstanbul 1990

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum