TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR

  [email protected]

           Son birkaç yıldır ülkemizde, hatta kimi başka ülkelerde en fazla dillendirilen soru; “Türkiye nereye gidiyor?” sorusudur.

            Gerçekten Türkiye nereye gidiyor?

            Eminim ki bu soruya ülkeyi yönetenler ve bu ülkeyi yön şaşırması içine sokan siyasilerde doğru cevap veremiyorlar.

            Kronolojik sıra gözetmeden son On beş-Yirmi günde yaşadıklarımızı gözden geçirerek soruya birlikte cevap arayalım:

            Kimine göre Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Beyin dedesi, kimine göre Selçuklu Sultanı Alpaslan’ın kumandanı olduğu ileri sürülen Süleyman Şah’ın Türbesinin ve içindeki ne olduğu bilinmeyen sandukaların taşınma olayı.

            Uluslararası anlaşmayla, mülkiyeti Türkiye adına tescillenmiş bir toprak parçasının, çeşitli bahanelerle birkaç kez yeri değiştirildi (Üstelik kutsal kabul edilen bir Türbe). Son olarak Türkiye sınırında himaye altında bir yere taşınması, senin ülke varlığını hedeflemiş bir terör yapısının flamasıyla çifte bayraklı bir görüntü verilmesi yönetenler ve yetkililerce kabullenildi, toplumdan da kabul edilmesi istendi… Böylece Türkiye tescilli toprağını terk etmiş oldu.

            “Bu operasyonu yağdan kıl çeker gibi yaptık” diyenler, ölen ve yaralanan askerlerin başına neler geldiği konusunda toplumu yeterince bilgilendirmediler, olanları normalmiş gibi sundular…

            İç Güvenlik Yasası diye, Türkiye’yi Faşizme götürecek bir teklif sopa-kötek yoluyla Mecliste kabul ettirilmek isteniyor. Bu yasa önerildiği haliyle Meclisten geçerse, işte o zaman ‘yandı gülüm keten helva’. Ülkemizdeki yarım yamalak Demokrasiye de paydos zili çalabilir…

            AKP Hükümeti PKK ile oturduğu masada, Meclisin geneli dışında yaptığı görüşmelerle sonuca varmaya çalışıyor. AKP-HDP-KANDİL-APO arasındaki paslaşmalar ciddiyetten uzak, tavize, ödüne ve çıkara dayalı sonuçlandırmaya çalışılıyor. Meclis habersiz, Millet habersiz. PKK’nın ‘Türk Ordusu Silâh bıraksın’ demesi, işin ne kadar sulandırıldığını ve ciddiyetten uzaklaştığını göstermiyor mu?

            Tayip Erdoğan’a bulunduğu makamlar yetmemiş olacak ki; istiyor, istiyor, istiyor! Her şeyi biliyor; Hukuk desen hukuk, Ekonomi desen ekonomi, Siyaset desen siyaset, Spor desen spor, Dış Politika, iç politika; her şeyi, her şeyi biliyor(!) Adam baştan aşağı allâme(!) Şimdi de Merkez Bankasına taktı kafayı. Derdin ne olduğu çok sürmez ortaya çıkar… Ağzından düşürmediği şarkısı da ‘Başkanlık da başkanlık’!

            İki savaş uçağı aynı anda düşüyor ve dört Pilot şehit oluyor. Neden, nasıl oldu bu iş kimse bilmiyor, sonuçtan bu milletin haberi yok… Demek ki ölen elin oluyor!

            Doğubayazıt’ta üç askerimiz arkadaşı tarafından öldürülüyor, Afganistan’da görevli askerlerimize saldırılıyor, ölü ve yaralı var. İlgililerden tıs yok!

            İzmir’de bir Üniversite öğrencisi karşıt görüşlülerce öldürülüyor, yine Üniversiteli bir kızımız tecavüz edilip parça parça doğranıyor, Dokuz yaşında bir kız çocuğumuza tecavüz ediliyor ve tecavüzcüsü tarafından ‘O da sokakta gezmeseydi’ diyerek suçlanabiliyor. Yetkililerse kendilerini korumak, popolarına koltuk aramakla meşguller!

            Tayip Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan’a suikast yapılacakmış(!) Yahu, Sümeyye Erdoğan’ın Sosyal ağırlığı ne ki ona suikast yapılsın. Bu uydurma ve yalan senaryolar artık bıkkınlık verir oldu. Milletin aklıyla daha fazla dalga geçilmesin!

            Türkiye son on yıldır iki dönemi birden yaşıyor. ‘Tarih tekerrürden ibarettir’ sözünü doğrularcasına 1402 -1413 arası Yıldırım Beyazıt’ın oğullarının taht kavgaları yüzünden oluşan Fetret, yahut Fasıla-i saltanat devri; yani iktidar boşluğu dönemi.  Ülkeyi aslında kim yönetiyor belli değil. Yaşadığımız diğer zaman dilimi ise 1718 de başlayıp 1730 de Patrona Halil isyanı ile sonlanan Lâle yani Zevk-ü sefa) devri. Varsın Milletin anası ağlasın, kimin umurunda!

            Türkiye’nin, ‘içine düştüğü boşluğun ve açmazın ana sebepleri diyebileceğimiz bu aptallıkları yaşamak zorunda mıydı’ diye kendimize birçok soruyu birden sormamız ve yanıt aramamız gerekiyor. Kendimizi kişisel ve toplumsal sorgulamazsak çıkış yolu ve çare bulmamız oldukça güç görünüyor…

            Ülkede kimi düşünen ve toplumun önderlik beklediği kimi değerli insanlar, gelişmelerin ve yöntemlerin çapraşıklığı içinde fikir ve bilgi üretmeye ne yer, ne de zaman bulabiliyorlar. Milletçe sıra dışı olayların arkasından sürüklenip gidiyoruz…

            Türkiye yorgun! Türkiye Kırgın, küskün! Ancak oldukça da kızgın. Haziran seçimleri ne olup ne olmadığımızı ortaya koyacak. Yığınsal kuru kalabalıklar mıyız, her zorluğa rağmen özünde, benliğinde, insani, hukuki ve Demokratik değerleri kavramış çağdaş bir toplum muyuz?

            Sorunun cevabı sandıktan çıkacak ve nereye gittiğimiz belli olacak!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.