1924 YILINDA BAKAN DÜŞÜREN RÜŞVET (YOLSUZLUK)

Bugünlerde de gündemimizi meşgul eden rüşvet iddiaları, tarihin birçok döneminde hükümetlerin ve devletlerin en büyük belası olmuştur.

1924 yılında olduğu gibi.

Türkiye Cumhuriyeti daha kurulalı bir yıl bile olmamıştı. Her türlü zorluğu aşarak Milli Mücadeleyi başarıya ulaştırmış olan kadronun lideri Mustafa Kemal Atatürk Cumhurbaşkanı ve diğer lideri İsmet İnönü ise hükümetin başındaydı.

Önlerinde yapacak çok işleri vardı. Çünkü yıllarını cepheden cepheye giderek geçirmiş ve en değerli varlıkları evlatlarını buralarda kaybetmiş olan yoksul Türk Milletinin artık yüzünün gülme zamanıydı. Nitekim bu bilinçle ortaya konulan yasalar her gün meclis gündemine getiriliyor, aşama aşama millet yeniden ayağa kaldırılmaya çalışılıyordu.

Ama kolay olmuyordu.

İşte tedavisi zor bir illet olan rüşvet (yolsuzluk) bunca işlerin arasında gelip gündeme oturmuştu.

Başta Celal Nuri’nin “İleri” gazetesi olmak üzere basın sayfalarında çarşaf-çarşaf bu iddiaları yayınlıyorlardı.

İddialar yenilir –yutulur türden de değildi.

Çünkü Milli Mücadelenin zor günlerinde bir yolunu bulup birilerinin yardımıyla edindikleri yabancı pasaportlarla yurt dışına kaçan bazı zengin Ermeniler, şimdi de bazılarına verdikleri rüşvet karşılığında tekrar geri dönüp mallarını kurtarmaya çalışıyordu. Verdikleri rüşvetler ise çok büyük rakamlardı. Bir kısmı Osmanlı Bankası aracılığıyla sahiplerine ulaştırılmıştı.

İşin içinde polis müdürlerinden, İstanbul Valisine ve İstiklal Mahkemesi üyesi Kılıç Ali’ye kadar birçok kişinin adı geçmekteydi.

Ama daha da önemlisi 10 Ekim 1923’te Dahiliye Vekili (İçişleri Bakanı) olan Ferid Bey’in adı da geçiyordu.

Ve bu durum 14 Nisan 1924 tarihinde Zonguldak Milletvekili Halil Bey tarafından bir önergeyle Meclis gündemine taşınmış ve hararetli tartışmalar yaşanmıştı.

Halil Bey verdiği önergesinin gerekçesini yaptığı konuşmada şöyle açıklıyordu.

“….İşte biz bu yolu takip ettik.

Hedefimiz Cumhuriyetin şan ve şerefini ve bınnefis (esas olarak) hükümetin menfaatini vikayeden (korumaktan) ibarettir.

Efendiler! Sakarya'nın çamurlu sularına karışarak ummanı ebediyete (sonsuz denizlere) akıtılan kanlar niçin akıtılmıştı?

On binlerce kadının dul ve bunların bir kaç misli saçı bitmedik yavruların yetim kalması ne içindi?

Azim bir ana, baba kitlesinin evlât hasretini dindirmek için bir an evvel ölümü kucaklamak iştiyakiyle (arzusuyla) ihtilâçlar (titremeler) geçirmesine sebep ne idi?

Aziz ve mübarek Türkiye'nin her şan ve şereften daha müteali (biricik-öncelikli) olan şan ve şerefi için değil midir?

Efendiler! Bütün dünya bilmelidir ki, FAZİLET ve CİDDİYET, ŞEREF ve NAMUS, bu dört unsuru ulvî (bu dört yüce esas) Türkiye Cumhuriyetinin istinat ettiği (dayandığı) esasatın (temellerin) köşe başlarıdır ve Türklerin vicdanı müştereki (ortak vicdanı), idareyi devlette (devlet idaresinde) bunlara istinat etmeyen (dayanmayan) başka hiç bir esas tanımaz, bu noktai nazarı (bu hususu) tespit ettikten sonra esasa geçiyorum:

Efendiler! Resmen sabit olmuştur ki, bu gün İstanbul'da dumanlı havalardan pek iyi istifade etmesini bilen kurtlardan müteşekkil kumpanyalar vardır. Bu kumpanyalara bazen irili, bazen ufaklı memurlar da iltihak etmişlerdir. Meclisi Âlinin (Yüce Meclisin) tetkiki muhakemat (araştırma) heyetinde mevcut olan bir dosya bu hakikati bütün sarahatiyle (açıklığıyla) natıktır (dilendirilmiştir). İstanbul'un Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine intikal ettiği sıralarda faaliyeti habisesi (kötü faaliyetleri ) pek hat bir şekle giren, Avrupa'ya adam kaçıran, emvali metruke (terk edilmiş mallar) işlerine burunlarını sokan bu kumpanyalar anlaşılıyor ki, son zamanda madalyanın ters tarafı üzerinden çalışmayı, yani dün kaçırdıklarını bugün memlekete sokmayı, hatta rivayetlere göre Ankara'da şubeler tesis etmeyi menfaatlerine daha muvafık (uygun) görmüşlerdir.”

Halil Bey’in bu konuşmalarından sonra Dahiliye Vekili ve başka milletvekilleri de söz almış ve tartışmalar devam etmişti. Sonuç olarak araştırma önergesi kabul edilmişti.

Sonrasında ise iddialarda adı geçen Kılıç Ali yanında Rize Milletvekili Rauf Bey’le birlikte İleri gazetesini basmış ve Celal Nuri’yi tabanca kabzasıyla yaralamıştı.

Mizah gazetelerine de bayağı malzeme çıkmıştı.

Ama daha da önemlisi Dahiyle Vekili (İçişleri Bakanı) 21 Mayıs 1924 tarihinde istifa etmek zorunda kalmıştı. Yerine de Recep Peker bakan olmuştu.

Bu görüşmelerde Tunalı Hilmi Bey’in şu sözü ise dikkate değerdir.

Hatırlatalım.

TUNALI HİLMİ BEY (Zonguldak) — Siyasette

hatadan büyük şey olamaz.

21852

Önceki ve Sonraki Yazılar